31 Mayıs 2013 Cuma

Apolitik Olamayacak Kadar Politik

                                                                                                          

devlet silah tutuyor her köşede
sokaklar havalandırma 
bu koca mahpushanede 

gün gelir seni de vururlar, incecikten kanarsın
gel birlik olalım demek için oldukça örgütsüzüm
dağınık da durabiliriz
karşı duralım.

tanımıyorum seni
ancak ölsen üzülürüm
kara bir gölge sıkar gırtlağımı
uykuyu terk ederim
arızalı dertleri kirpiklerimde asarım
gel etme eyleme
ne veriyorlarsa iki katını vereyim diyecek servetim yok
onurunu verdiysen onurumu vereyim
karşı duralım.

kaldır başını
duruyor gökyüzü bir bayrak gibi
herkesin o gökyüzü
toprağın olduğu gibi.

önemse artık;
işini, görüşünü
sokağını, duanı
biranı, toprağını
parkını, dereni
ve elbet şiirini.


Çağdaş Ünbal



30 Mayıs 2013 Perşembe

Bir Akşamüstü Şiiri -elbette trenler dahil-


trenler, ağır taşıma araçlarıdır
onca kederli bedeni taşıyabilmesi bundan.

yine bir akşamüstü
evet akşamüstü
çünkü yalnızlık o saatlerde demleniyor
bir insanın aynalardan soğuması
nedense
hep aynı saatlere denk geliyor.

bazen de
elleri cebinde sigara içmenin kalfası,
ağlamanın acemisi,
gideni seyretmenin ustası insanları arkasında bırakır tren
buna rağmen ilerleyişi
soğuk metalinden.

kalanın fikri daima
aynalardan uzak bir gar bankına yerleşmek
böylelikle kapıda karşılamak
belki de dönmeyecek olan gideni geri getirecek
muhakkak ki bir akşamüstü trenini.

o yüzdendir ki
bütün garlar
ıslak bir keder kokar
ve her şeye rağmen
bütün garlar güneş alır

bu da umut etmenin kafiyesiz söylenişi.


Çağdaş Ünbal

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Bir Garip Rüya Yorumlaması

                                                                     "Yağmur yağdığında pencerelerde 
                                                                       arap kızını arayanların hikayesi."


toplu sünnet şöleni sonrası burukluğu

anlaşılamayan sesler eşliğinde geleneksel törenler
acıyla adını bağırdığım insanlar öldüler.

bedreddin'i dara çektiren mülk
otobüs durağına asılan tarifenin pazarı göstermemesi
babamın piknik için tek gününün pazar olması.

dil altında kalan şeyler
bilinç altında kalanlar kadar acıtmazlar
göğsünün orta yerine fişten yeni çekilmiş bir ütü bastığını düşün.

okul ile ev arasını vesaitsiz geçirmek demek
iki çay parası
fincanda çay içme ihtimali aşk denilen kapıdaki paspas.

orta okulda sigarayla tanışmışsan
ya evinin sütunlarından biri çökmüştür yada aşık olmuşsundur
ne garip aşk ile ölümün sigarada kesişmesi henüz lisede bile değilken.

sonra ben edebi kelimeler işlerim bilhassa devlet malına
tek okuyanım o sırada oturan öğlenciler olur
bu küçük kitle bir sonuca varamaz kendi adına.

ve yağmur.

yağmur sularını biriktirmek batıldan ziyade yoksulluk
terazisi bozulmuş bir bakkaldan alınan pirinç ile eşdeğer tanrı mekanizması
elbette öteki dünya nimetlerini konuşmak için erken.

arap kızı dediğin ayşe teyzenin büyük kızı
evde kalmışlık yaşla olduğu kadar pencere önüyle de doğru orantılı
bu durumdan karlı çıkan elbette çatıya boş bir kova koyan.

yaşımız pencereleri dikizlemek için oldukça fazla
o edebi kelimeler ne çok öğrenciyi mezun etti
yağmur daha yağar, belki bir kez daha aşık olunabilir
ve belki görebiliriz tanrının adaletini
oysa bilinçaltında yatan ölülerin isimleri dil altında
ve elbette ağır
yağmurda çatıya koyduğun kovanın boş kaldığını düşün, işte öyle.


Çağdaş Ünbal




27 Mayıs 2013 Pazartesi

Bir Akşamüstü Kederinin Meali.


ellerimde
sütten kesilmemiş bir şiir,
                                         neyleyim
yetişemedim dönme hızına, 
kaptıramadım akışına dünyanın
                                          çaresizim.


dervişlik dersen sığmak için bir kaba
                                        buradan çok uzakta
ki şirke meyilli bedenimde 
rabbimden hiçbir iz kalmadı
hükmünü yitirdiklerimi onurlandırmak adına
                                                                       koşuyorum,
                                                                                    soluksuz.
                    

sevgilim sen gardını al
uzaklarda 
        portakal kokulu
             denize nazır bir kasabaya yerleş

bu çarpışma çok kan dökecek,
                                            ben 
                                                fikrimi  
                                                        vurmaya 
                                                                   gidiyorum.


Çağdaş Ünbal




25 Mayıs 2013 Cumartesi

Her Aşığın Bir İntihar Biçimi Vardır.

ne yapalım biliyor musun
terasa bir masa atayım rakı içelim
turgut uyar okurum sana gökyüzüne en yakın yerde
yanlış anlama bu bir rüşvet değil
şairin kemikleri sızlamasın diye
durma(dan) göğe bakalım
zaten göz göze gelsek elbette gökyüzünün altında
dayanamaz salarım kendimi boşluğa
ne yapayım
ben de böyle seviyorum.


Çağdaş Ünbal


24 Mayıs 2013 Cuma

Tıbbı Müdahale Gerektiren Sevdalara Reçete

gün ışığı kurutmaz bu yarayı
aktarlar çare olmaz
zaman denilen olgu 
para ile satılmaz tarzı
bir reprezant sunumu
-elbette çare olmaz-

deriye nasıl temas ettiyse bu yara
ulaşmış inceden iç organlara
yara yarayı yara edermiş
sınadık da gördük.

rüzgarsız havada
rüzgar gülünü izlemek
yani yarayı unutup gönül eylemek 
tıbbı müdahale gerektiren eylemler değiller
yine de bir reçete yaz doktor
şairin anlayacağı dilden
günde kaç doz şiir dersen o kadar
fakat tok karna olmasın
rakı arası çay molası en uygunu bana kalırsa. 


Çağdaş Ünbal


Sevdalı Bedenler İçin İnfilak Vakti.

sen gülerken göz göze geliyoruz ya
feleği şaşıyor bedenimdeki saatli bombanın
kuytuları seçişim bundan
içimdeki trafonun patlaması
ışıksız kalışım bundan.


Çağdaş Ünbal

23 Mayıs 2013 Perşembe

Ölüler Yalan Söyleyemez; Shakespeare Hariç

Shakespeare yalan söylüyor
olmak ya da olmamak değil
ölmek ve ölmekte olanı izlemek
işte tüm mesele bu.

ben o çağda kanatları mor bir baykuştum
çatıları benden iyi kimse bilemez
elbet gökyüzünü de
o bir yalancı
o bir düzenbaz
ölmek ve ölmekte olanı izlemek
işte tüm acı bu.

feylesofların canı cehenneme
yalan söylüyorlar
bir ölüyü akan derede iki kez yıkadım
o bunun farkında değil
bir ölüyü yıkamak ya da bir ölüyü yıkayan su olmak
işte tüm keder bu.

tarihin arkasına saklanarak söylüyorlar
duymuyorum
aslında gözleri görmeyen bir lal'im
yalan söylüyorlar
görmemek ya da duymamak değil
hissedememek
hissedememek
işte tüm mesele bu.


Çağdaş Ünbal

21 Mayıs 2013 Salı

Bank Üzeri Ağır Mevzular


uzun bir yoldan
yayan gelmiş gibi çöktü banka kadın.

hızla girdi cümleye
sanki boşluğa konuşmasını işlemişti
sektirmeden okudu.

tükettik-yoruldum-oysa
dayanamıyorum-anla-üzülme
gibi kelimeleri yakalayabildi adam
anlam bütünlüğü oluşturmak istemedi. 

uzun bir yola
yayan gidecekmiş gibi kalktı kadın banktan

ayrıldılar.

boşluğa baktı adam
kendisi için hiç bir kelime işlenmemişti 
yüreği burkuldu.

cebinden bir kalem çıkardı
bankın bir ucuna "bütün ayrılıklar rezil" yazdı.

aklında uzun bir yol fikriyle banktan kalkıp
kadının tersi istikamette yürüdü.

bank olan bitene anlam veremedi
uzun yol fikri ona oldukça uzaktı.


Çağdaş Ünbal


19 Mayıs 2013 Pazar

Saksı Altı Şiiri

                                                                 "çiçeklere adınla seslenmek
                                                                  bütün mevsimleri bahar yapar."




uzanacağım dizlerine bir haziran akşamı
ve elbet ismini bilmediğim çiçekler kokacak sokakta

hep acemice yaşadığım şu hayatta
ellerinin coğrafyasını ezbere bilirim
yüzün görsel hafızamın tek tanığı
ustalıkla elimden gelen tek şey seni sevmek
ötesinde kalfalık bir hayal
ve bu haziran akşamı
bütün çiçeklerin adlarını kokularıyla ezberleyeceğim
yolu yok
seni anlatmak bir çiçekten geçmeli elbet
kokusu balkonda sigarayı bastıran
gün ışığını gözlerime yansıtan
çiçekten geçmeli diyorum 
çünkü adı konulmamış bir çiçek değilsen sen
bütün mevsimler kıştır 
muhakkak bütün coğrafyalar da

o haziran akşamında 
dilimde kelimeleri hizaya sokarken anlayacağım
seni sevmenin sonsuzluğunu
saksılar çatlayacak 
ve ben kırmızı kurdeleli bir öğrenci gibi
sırama dönüp gözlerimi sana dikeceğim. 


Çağdaş Ünbal

18 Mayıs 2013 Cumartesi

Halet-i Ruhiye'yi Beyan


evvela mahsus selam ederim

hayat olanca hızıyla akmakta
gelişip değişmekte yeryüzü
yeşilin tüm tonları sarıyor
bir bakıyorsun esmere çalıyor
yağmurlarla yıkanıyor, aklanıyor.

içimde bir şey sürekli duruyor
kemirmiyor da üstelik, öylece duruyor
durmak fiilinin tam karşılı sanki
ne sorularıma karşılık veriyor
ne kör gecelerde ses ediyor
kara haber almış bir çocuk gibi duruyor, susuyor

bu ahval içinde
hayat akıyormuş
bahar gelmiş, yeşile boyanmış sokak
ne fayda
ben içimde ağlamaklı bir dünya taşıdıkça
hayat hızlansa da kafamı uzatsam pencereden
yine de süzülmüyor gözyaşı dışarımdan

velhasılıkelam
ilişmeyin, alışmaya çalışıyorum yaşama.


Çağdaş Ünbal



Sen Varken Şekere Banıyorlar Hayatı

yarandan öperdim soğuk gecelerde
dinerdi sızıların, uyurdun.
konuşurduk dil boyu
seni bir başka severdim
hafiflerdi göğsümün sancısı
atlar inerdi yükseklerden
özgür atlar
saklamazdık rüyalarımızı
rüyalarımıza içerdik tüm kederleri
sen kırık kalple yaşanmaz derdin
şimdi anladım
kırık kalp yaşatmazmış.

sen rüzgara sırtını verdin, anladım
yoksa kim kaçabilirdi kimden
anılardan
rüyalar boyu dokunuşlardan

şimdi burada olsan
sana bakıp ağlasam
çiçekleri sulasan gözyaşlarımla
sen burada olsan
solsa tüm çiçekler
o atlar ölseler.

şimdi burada olsan
kırık kalple de yaşanır desen
sen söylesen
böyle söylesen
inansam diğer bütün söylediklerin gibi
perdeleri aralasam
gözlerinin kıyısında yolculuğa çıksam
titrese kahrından kirpiklerin
devrilseler, kapasalar yolları
mahsur kalsam sende
rivayet odur ki ile biten hikayelerde
kırık ve kalp kelimeleri hiç geçmese
anı dediğimiz şey kırmasa insanı
mutlulukta gözüm yok
acımasa artık
dinse


Çağdaş Ünbal

16 Mayıs 2013 Perşembe

Yoğun Bakım İle Morg Arası Duvar Yazıları

uzun yalnızlıklar gömlek cebimizde
en çok kaldırımlar bilir bunu
bir de ellerimle beslediğim güvercinler.

insan koynunda yılan besliyorsa kendinden utanmalıdır
arsız muhabbetleri dara çekmeli
artık aynalara bakmamalıdır.

bir kova su yetseydi zihni temizlemeye
ne bankta sarhoşlardı insan
ne acısını çekerdi sırtındaki paslı hançerin.

gidip döndüğümüz yolları sahiplenmeyi severiz
yol bizimdir, yola ne verdin sorusu saçmadır
yolun bizden aldıklarını hesaba katınca.

bir de çiçekler var tabi
akşam üstleri pasajda solmaya direnen
satıcısının duası dondurulmuş çiçekler.

yine de insanoğlu bir mutluluğun peşinde
kimse açıp okumuyor göğsünün altında yatanı
ne garip, kimse bakmıyor aynalar ardındaki görüntüsüne. 

bir düşünce kalıyor uzanınca yatağa
bir yerlerde açlığı ezberinde tutuyor çocuklar
dönüyor dünya ben istemediğim halde.

ülkemde yaşam hakkı ihtimaller el verdiğince
yani bir kiraz ağacından düşüp ölmek 
yahut bir bombaya hedef olmak, -mayının sırası değil-

aşk dediğin şey kişiselleştirme
acısı, sancısı, tası, tarağı
eşit mesafelerde duramama belki de.

her şeye rağmen şeker dağıtmak çocuklara
cinnete vurulan morfin
gözlerinde bayramın tanımını gördükçe.

güzel şeyler de olmuyor değil
mesele arayan göz olmakta
gözün olmaması ise reklamlarda saklı -örneğin filli boya-

elimizi kalbimize götürmek için artık çok geç
vicdan satılan reyonlar için erken
gökyüzünü seyretmenin vakti olmaz.

duymuşsunuzdur ve belki görmüşsünüzdür; ölüm var
hissetmiş olamazsınız zira şu an bunu okuyorsunuz
ölüm denilen şey pencerenizden sizi izliyor olabilir.

işte tüm bunları düşündüm az evvel
elimi yüzümü yıkayıp televizyonun başına geçtim
ne de olsa bir kova suyun temizleyemediğini o temizliyor.


Çağdaş Ünbal






15 Mayıs 2013 Çarşamba

Mayıs, Kuşlar ve Ölüler Üzerine

iğde kokar buralarda mayıs
insan aşık oluşuna yanar
kaldırım boyu kadınlar
geçersin aralarından
incecik bir fidandır bedenin, usuldan kanar.

akşam üstleri kartona çıkar bizim çocuklar
üç beş kuruş ne topladıysa şaraba katarlar
bak bahar gelmiş
iğde altında arsız sevişenler
biri birasına kül atar
zaten her iyinin içinde bir bokluk var
mayıs bile huysuz, yağmura kesiyor

sahi yağmur yağınca kuşlar..

ihtimalleri toprağa çizeriz hıdırellezde
bakma karnede resmimizin kötü oluşuna
insan istediği şeyi öyle çizer ki toprağa
kıvırcık olur saçlarımız
şimdi şuraya küçük bir ev yapalım.

mayıs geçer
iğdeler kurur
belediye hayal düşmanı
beton döker her umudun üstüne
hıdırellezde yapraklara gagalarıyla çizdikleri ev
saçaklardır kuşların
yağmur yağdığında
yağmur yağdığında aslında baharda
yaza soyunuyor toprak
aklanıyor, unutuyor tüm üstüne çizilenleri
altına aldıklarını hiç geri vermiyor oysa

sahi yağmur yağınca ölüler..


Çağdaş Ünbal

13 Mayıs 2013 Pazartesi

İhtimaller Aşklara Yeşilçam Katar.

şimdi çıksam karşına
yine güler misin bana?
ihtimaller aşklara yeşilçam katar.

sen güldüğün zaman
aklımdan çıkıveriyor hayat gayesi de dahil tüm düşünceler
sanki birileri beni havalandırmaya çıkarıyor
şansıma o gün de gökyüzü pırıl pırıl
elimi uzatsam bulutlar rüzgarından etkilenecekler
işte sen güldüğün zaman
ben böyle güzel şeyler kuruyorum istemeden
istemeden diyorum çünkü sen güldüğün zaman
nasıl nefes alınacağını anlatan bir kullanım kılavuzu arıyorum ceplerimde

sen güldüğün zaman
tanrı bana gülüyormuş gibi hissediyorum
elinde bir çizelge
ettiğim tüm dualara bir tik atacakmış gibi sanki

ve bilirsin ki
ihtimaller aşklara yeşilçam katar.


Çağdaş Ünbal



11 Mayıs 2013 Cumartesi

Abilmuhsin Ağabey İle Konuşma

sakallarım batıyor avuç içlerime
böylelikle ellerimi uzak tutmayı öğreniyorum yüzümden
diyorum yağmur dursa da vazgeçsem küfürden

sorgulamak yetmiyor bazen acıları
şiirle beslemek gerek
bir eski zaman şairinden mısralarla
koynunda uyutman gerek.

be abilmuhsin ağabey
şimdi biz çıksak şu yokuştan
baksak o sokağa lambaları ardımıza alarak
sakallarımız desen bi karış
zulamızda ondörtlük bir şiir
vurur muyuz martıları
rakı acıya keser mi dilimizden
diyelim durdu yağmur
ve hadi güneş çıplak bir kız gibi dolandı boynumuza
asabilir miyiz usumuzda kaçak kat çıkan şairleri
uyuyabilir miyiz dünya hafiften dönmeden

şimdi sen uzak bir şehirde şiir doğurursun
ben burada arızalı dertleri deftere geçerim
bozkırda doğan ne anlasın martıdan, vururum elbet
sonra da gider sakallarımı keserim
böylelikle ellerim yüzümden kaçamaz
çünkü utanırım, yüzümü kapatmam gerek
onlar ki eski zaman şairine göre
"denizin sokak çocuklarıdır"
ki biz bir ölümden utanacak denli güzel gülüyoruz.

Çağdaş Ünbal




Kırmızı Kederli Kadınlara

kederinden kuduruyor kaldırımlar
o türküler çarptıkça kıyılarına

bir kadın bekliyor 
kırmızı paltosu sanki imzası
birleştirmiş ellerini
otogar mı desem hal önü mü
bir bulvar belki incecik
kadın kaldırmış başını
türkü söylüyor. 

herkes gidiyor
o da gitmeli muhakkak
dudaklarını ısırıyor, ağlamıyor
inat ediyor
o kış akşamından hesap sorar gibi
türküye eşlik ediyor.

karıştırıyor çantasını
bulmak istiyor bir eski eşyasını
durmuş bulvarın ortasında
birleştirmiş ellerini 
alayına küfreder gibi
türkü söylüyor 
kırmızı kederli kadın.

sallanıyor bir ince dal gibi
bedeninde çiçeklere yer açar gibi
kiraz mı demeli erik mi bilmem
bir portakal belki kokusu burnunda
tutunur gibi yaşama
türküye eşlik ediyor
kederi saklı kadın.

türkü bitecek
yollanacak hayatına buharı ağzında
bahara dayanmışken sokaklar 
incecikten titreyecek şair bozuntusu
altüst olacak tüm dengesi
bir iki kelam edip
sükuta bürünecek
kederi kırmızı kadın bunu bilmeyecek.


Çağdaş Ünbal







9 Mayıs 2013 Perşembe

Ah Burçak Ünlü

                                                                                                                   ah muhsin'e  


gün gelir Burçak da sevmediğine yanar
kanser dediğin
mezarlıkta biten başıboş çiçekler

sol adımla mı geldik ağabey biz dünyaya diye sorasım var
nerede karşılaşsak bilemedim
gel otur bir çay ısmarlayayım diyemedim
gazetelerden filan işte bazen de ödüllerden
kimse o şeyh söyle
şirke yataklık eden bedenimde dualara yer çok
sen de düşünme artık
burçak da sevmiştir seni
fakat basmamıştır yayınevleri

bak herkes kanıyor yarasına aynadan bakarak
rüzgar ekip fırtına biçiyor herkes
yalnız biz mi üşüyoruz diye düşünmek kanserine biber sürer
sen çaya şiir ban
yoksa kanser illetinin ekmeğine yağ sürecek zaman
şair olmadan öleceğiz
yanımıza aldıracağımız kurumuş birkaç çiçek.



Çağdaş Ünbal

8 Mayıs 2013 Çarşamba

Süper Kahraman Çaresizliği

güneşi avuç içlerime alıp
batırsam okyanusun dibine
balıklar da görseler ışığın su altında kırılışını
dehşete düşse mavilik
yani bu güç mevcut olsa bende
yine de kulaklarına ulaşmanın bir yolunu bilmiyorum; şiirden başka.

göç yolunu değiştirsem kuşların
zeus'a meydan okusam, yıldırımları yutsam
kara bir gölge olup çöksem mitolojiye
yine de gözlerine ulaşmanın bir yolunu bilmiyorum; şiirden başka.

süper kahraman çaresizliği benimki
"şair adam" olmak için oldukça çirkinim
yine de
şiirden
şiirden
şiirden başka
bilmiyorum, çaresizim.


Çağdaş Ünbal

7 Mayıs 2013 Salı

Çiçekle Söyleşi

bütün çiçeklere isminle sesleniyorum
gökyüzü, bulutlar, ovalar
her ne varsa sonsuzluğu anlatacak
isminle anıyorum.

ben seni seviyorum
bu bir ifade şeklidir
ki ana dilimde yanmak demektir, kaybolmak güne bakanların arasında
kuş dilinde çalı çırpı toplamak belki, bilemiyorum
yine de adını anarak ulaşırken sonsuzluğa
adının ardında aitlik eki olsun istiyorum
bunca kapital hengamede
bir takı
iki harf
sonsuz aitlik
gel gör nasıl güler gözlerim
Ayfer'im demek; gülüyorum demek cennet dilinde
doldurmak gömleğimden içeri
gökyüzünü, güne bakanları, ovaları
bin bir renk çalı çırpı toplayan kuşları.

Çağdaş Ünbal

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Sokakta Rüya

Sokağın başına vardığında durdu. Ardını dönmeden öylece durdu. Akşam üzeri serinliği terini çabucak kuruttu. Balkonlara serilmiş çamaşırlar sokağı karnaval yerine dönüştürmüştü. Başını kaldırmadan bir sigara yaktı. Dönüp bakacaktı fakat hazırlanmalıydı. İnsan geride bıraktıklarına bakmak için şartların olgunlaşmasını bekliyor. İnanıyor şartların olgunlaşacağına. O an geldiğinde galip bir komutan gibi dikip başını geride bıraktıklarına bakıyor. Oysa Ahmet başını kaldırmadan geriye döndü. Bir süre hareketsiz kaldı. Sigarasından aldığı derin nefes kendine karşı vereceği savaşın işaretiydi. Kaldırdı başını. Her şeydi geride kalan, her şey. Çocukluğu, ailesi, sevdiği kız, arkadaşları, ilk bira, sarhoşluk, geride kalan; yaşadığıydı. Öylece bakakaldı. Ellerini nerede tutacağını bilemedi. Sanki bütün uzuvları isyana kalkışmıştı. Kontrol edemiyordu. Güneş iyice kızarmıştı. Batmak için saniyeleri sayıyordu. Sokak lambasının yanmasıyla Ahmet'in gölgesi sokağa düştü. Demek gölgesini de ardında bırakacaktı. Onun için şartların olgunlaşması herkesi geride bırakmak demekti. Belki gitmenin de ilk kuralıydı bu. Oysa bütün kurallar anlamsızdı. Ahmet bunları düşünmedi. Sigara parmaklarını yaktığında kendine gelebildi. Sokak evine çekiliyordu. Annesinin seslenişini duymayan bir kaç çocuk, işten dönen bir kaç yorgun. Tüm direncini toplamalıydı Ahmet. Bir kez döndü mü ardına bakmamalıydı. Sokaktan çıkmalı, semti terk etmeli, şehri geride bırakmalı..Gitmeliydi. O an Ahmet'i caydıracak ne kadar sıcak duygu varsa üşüşmüştü başına, bir türlü dönemiyordu sırtını hayatına. Sanki bunca yılın zehir zemberek anıları terk etmişti de sadece güzel anları kalmıştı geriye. -Eğer bu dünyada sırat köprüsü gibi bir şey varsa bu gitmek ile gitmemek anında yürüdüğün gayet kalın bir yoldur.- Rüzgar yüzünü öyle bir yalıyordu ki gitmesi için destek mi veriyor, kalması için sarılıyor mu kimse bilemedi. Kırk yıllık bir figüranın esas kızdan ayrılışını yeniden sahneye koyar gibi hızla döndü Ahmet. Sokak arkasındaydı. Gidiyordu. Geride bırakıyordu. İlerledikçe adımları hızlanıyor, yetişme telaşına düşüyordu. Aklında bekleyenin olmadığı varsa bacakların kendiliğinden hızlanmaz. Yalan. Kimsesi yoktu artık. Oysa uçuyordu Ahmet. Kanatlanmıştı.

-Ahmed kalk lann. saat kaç oldu .mına koyayım deli gibi uyuyon
-ne oldu 
-kalk diyom saat kaç oldu, daha kartona çıkacaz
-hay .ikeyim ne güzel rüya görüyodum
-ne görüyodun lan
-ne bilem; ailem, arkadaşlarım, sevdiğim, evim falan varmış, bende onları terk ediyormuşum.
-heyy allahım ya nereye gidiyomuşsun peki?
-bilmem. karton toplamaya galiba.

Çağdaş Ünbal

Kör Aşık

sensizliği doldurdum ceplerime
kalk gel,
yokluğunu taşlayalım
yoksa kör öleceğim

Çağdaş Ünbal







5 Mayıs 2013 Pazar

Veresiye Defteri

Yaraladıkça bu akşamlar
bu kalabalık, bu gürültü
çekip gideceğim gözlerim gökyüzünde, bir akşam üstü

değirmenler dönecek usulca
kör bir kuş saçakların altına saklanacak
yağmur yağacak elbet 
giderken ben gardan kalkan vapurla

ve sesleneceğim;

benim cebimde bu kadar direnç var ey hayat
veresiye yazacaksan da yazma
bu umutsuzlukla ödeyemem zamanla


Çağdaş Ünbal

3 Mayıs 2013 Cuma

Kalabalığın Ardından

yoksulluğumuzu saklayacak cebimiz yok
çokça sigara içip
ağız dolusu küfürler savuruyoruz
bir kaldırımlar bilir
bir de çayhanenin daimi müşterileri
asil olduğuna inandığımız çaresizliğimizi


el uzatıp memnun oldular
havada asılı duran elbiseler

dağıldı kalabalık

yitip giden süslü insanların ardından
izmaritler kaldı geriye
çaresizliğimize delil mahiyetinde

afedersiniz ama biz de memnun olduk
bunun için yeterli duygumuz olduğuna inanıyoruz

Çağdaş Ünbal



2 Mayıs 2013 Perşembe

Yaşama Sevincine Eleştirel Bakış

yaşama sevincini görmek istiyorsanız
infazı temyiz tarafından bozulan idamlık hükümlüye bakın
baharı nasılda kucağına alıyor, oynaşıyor
kuşlar onun için söylüyorlar yeni bestelerini
çiçekler onun eliyle koparılmak için açıyorlar

bir imam ne kadar bahtiyar ise ikindiyi kıldırdıktan sonra
o kadar bahtiyarım bende
görev bilinciyle bakmak estetik duygusunu öldürüyor diyor eski bir hekim
tüm eski hekimlerin canı cehenneme
derimin altında yüzyıllardır yatan hastalıkta neyin nesi

bize biçilen senaryonun bu kısmını okumayı hiç istemiyorum
çok sıkılıyorum sete de gitmek istemiyorum
seti eve taşımak fikrinin gözünden öperim kuytularda
açılın nefes alamıyorum
bahar dediğiniz şey pencereler küçük olduğu için mi giremiyor buraya
senarist olsaydım odamda kurulan sette bahara bir rol yazardım
arkada görünen çiçekli dallar mesela

kanser olduğunu sanan sağlıklı
testlerin karıştığını öğrendiğinde papatyalarla flört ediyor
kuşlara falan göz kırpıyor
çapkın bir pezevenkten farksız
dün gece sahte kederle açtırdığı rakılar da cabası

yaşama sevinci mi dediniz
cami önündeki dilencinin gözlerini açtığında 
önünde duran sakız kutusunda ellilik görmesi
aksini ispatlama çabasına girişmek 
bir başkasının gözleriyle bakmak
senaristi öldürüp rol yazmak kendine; 
-ben olsaydım- ile başlayan cümleler hiç samimi değiller



Çağdaş Ünbal