25 Şubat 2013 Pazartesi

Mahkeme.

yıldızlar geçer geceleri yüksek rakımlardan
ve dişi ağrıyan bir adam nasıl söverse acısına
öyle söverim yokluğuna. 
rakıyı çare göremem
çünkü yokluğun o meretle ayan beyan oluyor
daha bir sancıyor 
tutamıyorsun yıldızları yerinde
muhakkak gidiyorlar
onlara özendiğin aşikar sevgilim 
klişe yapıp güneşim ol diyemem
karanlığım ol 
yıldızsız da yaşarım diyebilirdim belki
bakma sen bana 
akşamüstü bir azel sarhoşluğu bizimkisi
elbet yıldızlara benzeteceğiz sevdiğimizi
ama bu yokluğun olmasa
acıtmasa bu kadar
o zaman yürümezdik çiselerken yağmur
türküler mırıldanmazdık
kırmızı ışıkta karşıdan karşıya geçerken.
seni çok özlüyoruz sevgilim
çoğul kullandım farkındayım
yokluğun ve yalnızlık bende 
yok mu bunun bir duruşması mahkemesi falan
perşembe saat dokuz elli
yaz kızım
taraflardan daha fazla aşık olanın
karalığım ol yıldızsız da yaşarım diyemediğinden
yalnızlığın ve ekli olan yokluğunun 
aşıkta kalmasına 
oy çokluğuna gerek duyulmadan karar verilmiştir.
elbet rakı çare olacak
ve yıldızlar geçecek geceleri yükseklerden
kavuşmayı bekleyeceğiz 
söndürmeden tüm ışıkları
pis bir sarhoşluk içinde
yalnızlığını doyuracağız. 

Çağdaş Ünbal



20 Şubat 2013 Çarşamba

Sana Bir Şiir Yazdım Güllerden Uzak

sevgilim seni anlatmaya kalkıştım
bahsetmeden güllerden,
gökyüzünden ve kokusundan iğdenin.
yoktur bir numaram
olmamıştır hiç bir zaman
soğuk bir adamım çokça
aram yoktur insanlarla.
ceplerimde yalnız kelimelerim vardı
bir kısmı eğri büğrü
ve sana bir şiir yazdım
güllerden uzak
kedere yakın biraz.
sen okudukça yükselir gururun
uzaklaşır bana yakın düşüncelerin
ki ben kuşları severken
çok yüksekten uçmaları gibi onların.
ben yazdıkça
yükseklerde uçarken sen
elbette ki bahsedemem
güllerden,
gökyüzünden ve kokusundan iğdenin.
hangi şair anlatırken sevdiğini
bahsetmemiş güllerden
ki alemlerin nuru
kokarmış o çiçek hesabı.
yine de sevgilim alıp yüzümü avuç içlerime
sana rağmen sana kelimeler sundum
uzak bütün güzelliklerden.
nasıl ki
deniz kıyısında martılarla uzaktan akrabayız
bu kadar kibirlenme ne olur
komşu sayılırız
aynı göğün altındayız.

Çağdaş Ünbal

19 Şubat 2013 Salı

İntihara Meyilli Şiir İki

ve sevgilim 
inançlı bireyler olarak terk ediyoruz başkentini mutluluğun
bir duman nasıl dağılır, savrulursa rüzgarda öyle
gidişin öyle keder ki 
artık bütün başkentler dahil leş kokacak şehirler
inançsız bir çocuk nasıl korkarsa tanrıdan
ki bu mantığın sınırları içerisinde muhtemeldir
öyle korkacağız yalnızlığın üzerimize sinmesinden.
barlarda oturup bir kaç tek atacağız
kül tablaları dayanmayacak bedenindeki yaralara
sabaha yakın radikal kararlar alıp
düşlerimizde intihara meyledeceğiz.
ve sevgilim
yalnızlığı telli duvaklı göndereceğiz
bir bahar gününde
ve elbette ki tomurcukları patladığında çiçeklerin
bir ip sallayanacak havada
sevgili niyetine sarılacağız boynuna
cansız bedenler zikrederler mi sevgilim
ki bu bir bahar akşamının olanca güzelliğine rağmen
lekeler mi gökyüzünün güzelliğini.


Çağdaş Ünbal

18 Şubat 2013 Pazartesi

Serçeler

serçeler geçer maviliğin üzerinden
bir mavilik sarar minik bedenlerini
inanamazsın.
o kadar güzel olurlar ki
serçelere yakıştıramazsın.

Çağdaş Ünbal

17 Şubat 2013 Pazar

Kalk gidelim.

-kalk gidelim.
-nereye be?
-soğuk biraların içildiği yaz akşamlarına. çiçekli balkonlarda.
-çok mu özlüyorsun?
-o kadar belli oluyor mu?
-hayır, hiç olmuyor.

16 Şubat 2013 Cumartesi

Aktivist Kederlenmeler

bir eski zaman şairi
elbette ki kederden ölmemiştir sevgilim
ama kederden sararmıştır bunu bil.
kuruyan o derelerden bahsetmiyorum bile
ülkemde aktivist kederlenmeler rakı masalarında anca.
bir şey var dilimin ucunda 
seçemiyorum şimdi bağışla.
ben sana şiir yazıyorum 
ana dilimde
fakat uygun kelimeyi bulamıyorum sözlüklerde
-eksik mi yazıyorlar allah aşkına şu sözlükleri
ne zaman acımızı anlatmak istesek uygun kelime yok-
bulandırdıysam zihnini ne olur bağışla
bir ufak rakının yetmediği aylar bu aylar
direk girilmiyor mevzulara
zaten bu uzun gecelerde yokluğunu bir bir vuruyorum
bacağı kırık atlar misali
bana mısın demiyorlar
yokluk cenneti sanki mekanım 
bir bir diriliyor yokluğun
çaresiz kalıyorum
konuyu değiştiriyorum
dereler diyorum kuruyorlar
kuşlar diyorum ölüyorlar.
bir takım aktivist kederlenmelerle geçiştiriyorum yokluğunu
fakat gece uzun sıra onlara da geliyor muhakkak
kaldırıp başımı uzunca sövüyorum ana dilimde
ki ana dilimdeki sövgülerin hiçbiri yok sözlüklerde.
sahi sevgilim
bu sözlüklerde neden derdimi anlatacağım kelimeler yok?

Çağdaş Ünbal


11 Şubat 2013 Pazartesi

İyiler ve Ben

seni suçlayamam sevgilim
ki bu durumu gayette güzel bağlayabilirim kadere.
ali'nin karşısında muaviye
alpaslan'ın karşısında diyojen
ve kim varsa iyinin karşısında
bil ki o ben.
sevinmelisin sevgilim
dolaylı olarak iyi olduğunu ima ettim.
ali'nin safında yer verdim sana
gerçekten iyi adam olabilirmişim aslında.
sonra tutup şiire gönül verdim iyi mi
deme öyle elbette kötü değildir şiir
kötü olan benim sevgilim
bir yaralı at vardı düşümde
sonra vurdum ben onu birden fazla mermiyle
öldü o at
kayboldu tüm güzellikler
biraz hüzün kaldı kapta
ve artık bütün sigaralar tablada
uyuştu dilimin ucu
uyudum biraz
uyandığımda karşıdaydım işte
yoktun yanımda
çok zeki değilimdir ama
anladım o an
yanımda olmadığına göre karşıdaydın sen
ya da bu sözlerin hepsi boş
sen kötüydün de 
ben çok sarhoştum
ve konduramadım kötü olmayı sana 
insan sırf bu yüzden bütün kötülerin yanında yer alır mı deme
alıyor işte sevince.
az utanıyor 
sonra geçiyor.
geçmiyor, yapışıyor.
bilmelisin sevgilim
bazen iyi artı kötü
bir iyi etmiyor. 

Çağdaş Ünbal


7 Şubat 2013 Perşembe

iç çekiş

kimisi sıcak yatağında belki soğuk düşünde şimdilerde
kimisi bir barda 
dertlerinin arasında birini düşürmenin telaşında
ölende vardır muhakkak bu anlarda
hastane odalarında.
ve muhakkak sokaklarda
belki sur diplerinde 
battaniyeye sarılmış kadın cesetleri.
sigarayı ateşleyenler var 
içkisini dipleyenler 
barmene sövenlerde var elbet. 
yolda olanlar var 
varacağı yerin sonsuz kederi uykusuzluğunda saklı olan.
ve bekleyenler
sonsuz bir inançla bekleyenler.
bekleyerek mi geçer ömür
yoksa beklemek mi anlamlı kılar ömrü?
sorusunun muhattabı kimseler ve
ey beklemenin kahrolası sancısı
lanet olsun çöllere,
kutuplara ve bütün başkentlere.
beklemek dediğin bir tür işkence.

Çağdaş Ünbal







anlamsız

farklı koltuklara numaralandırılmış yolculardık
ne anlamı olabilirdi ki ikimizede cam kenarı düşmesinin.
aynı yöne gidiyorduk mesela
kuşun uçması bir mucize değildir oysa. 
kuş demişken
adını bir kuşa vermelilerdi bana kalırsa
ya da bir halk türküsüne.

Çağdaş Ünbal

Susku


Tüm zamanların suskunluğunu doldurmuştu ceplerine,
Kullanıyordu sık ve umursamazca
Bitmez sanıyordu bu suskular ve suskun zamanlar,


Ta ki lâl bir kıza gönül verene kadar,
Konuştu hiç susmadı,yorulmadı
Anlattı
Ne varsa tüm zamanların tüm kainat biçimlerine dair,


Lâldi kız,
Uzun bir susuştu
Sustular sonra
Sustu tüm zamanlar.

Çağdaş Ünbal

6 Şubat 2013 Çarşamba

İntihara Meyilli Şiir


yıkıldı umudun kalesi
bilendi bıçak gözlerimizde
ve tesbihler karardı
yarının sahibi ellerimizde.
ey kahreden gece
biteceksin, bu son hece.
güneş parlayacak solgun penceremize
ve bizler;
hayata aç
umuda, sevgiye
ve bin bir türlü sıcaklığa aç bizler
doğrulacağız yataklarımızdan.
gözlerimizde bilenen bıçaklarla
o hasret kalınan sıcaklığa
damarlarımızı keserek ulaşacağız
o sıcak
sıcak kana.

Çağdaş Ünbal

4 Şubat 2013 Pazartesi

Şeyhin Müridi.


kaldıkça eksiliyor bazıları.
seni doğasıya seviyorum diyor bir şeyhin müridi
kahroluyoruz bir akşam vakti.
ne olurdu sen yazmasaydın o dizeleri
kime anlattın derdini
neden kalanları yaraladın o şeyhin müridi.
biliyoruz birleşmeniz radikal olacak
ancak bu bizde keder bırakacak.
birisi çıkacak bir gün
okumadığını söyleyecek
ama biz bileceğiz mutlak bir inançla
görmese de gözleri bu kelime yığınını
en derininde hissedecek yüreğinin, bu sızıyı.

çekip gidebilirdik bizde 
vurmasalardı o güzel gözlü yılkıları.
kalabilirdik belki de en suskun halimizle
çıldırmış bir vaşak gibi kaybetmeseydi şeyhin müridi.
çıkıp bu kadar saçmalamazdım bende
kader kelimesi benzemeseydi kedere!
evet bu bir imadır
ama suçlamayın beni
bunlar hep o şeyhin müridinin suçu
iki kelime söyleyip 
kudurttu tüm kederi.

Çağdaş Ünbal

Giderim



trenler kalkar akşam üstleri uzak şehirlere
sümbüller çiçeğe durur incecik boyunlarıyla
kahrından rakısına su eklemez bazı adamlar
ve muhakkak bazı yerlerde.
ben biner giderim akşam üstleri o uzak şehirlere
sümbülleri sevmem
nerede açmayan bir çiçek var mesela fesleğen
işte koy onu başucuma
su da istemem rakıma.
ben biner giderim akşam üstü ya da sabah erken vakitlerde
o uzak şehirlere
ve bir fesleğen kurumaya başlar
kendisine küçük gelen saksısında.
hadi durma dök gözyaşlarını. 

Çağdaş Ünbal

bakarız


3 Şubat 2013 Pazar

Pesimist Tavır.


bizim bir bahar akşamı kırlarda dolaşmamız ihtimal dahilinde elbette
akşamların öyle güzel olduğu kentlerde
banklarda sarhoşlamak da bu dahiliyetin içinde
bana bakma sen 
kelime uyduruyorum 
gıcığım türk dil kurumuna
her şeyi geçerim 
ve belki muhteşem bir türkçe'yle de anlatabilirim bu ihtimalleri
fakat bu sefer noktalama işaretleri eksik kalır bir yerlerde
işte bundan bahsediyorum sevgilim
biz seninle türk dil kurumu gibi köklü bir şeye
mesela kadere inat 
o güzel akşamlarda o kırlarda dolaşırız dolaşmasına da
eksik kalır yine bir yanımız 
biliyorum uzattım kelimeleri sıktım seni
işte onu diyorum sevgilim 
pesimist tavrından korkuyorum.

Çağdaş Ünbal




2 Şubat 2013 Cumartesi

Bekleriz Beklemesine

Yine gel,
Bırakma bizi öksüz
Bak siliniyor siluetimiz resimlerden
Nehirler kurur mu bilmem ama
Köprü bükük kaldı,
Kuğular biçare
Kelamlar desen saçma sapan,
Yokluğun bir taş gibi ağır
Hava kasvetli
Su bulanık
Beni sorarsan 
Kuğular misali…

Bekleriz beklemesine de
Sen yine de bekletme,
Gözlerin kalmış kuytularda
Sinema salonlarında
Hep boş dolmuşlarda bir yanımız,
Terminaller kokuyor leş gibi
Bu kadar mı siner bir insan kokusu,
Gittin... Canımdan can gitti,
Ciğerlerim patladı ardından,
Koştum bahara yetiştim
Çiçek kokuları sundum sana
Hizmetkâr bir parfümeri çalışanı kılığında,
Cadde boyu insan oldum seninle karşılaşan
Belki hatırlarsın yüzümü yine gelirsen.
Kaleler yıkıldı
Hüzün işgali bu kolay mı 
Hangi taş dayanmış ki bu şehrin surları dayansın, 
Hem sen olmayınca
Mendil satmaya gelmiyor çocuklar
Öylece biliniyor sensizliğim,
Aşkın şairi kusursuz yatıyor yine
Eksik belki bir dua 
O da farkında 
Baksana yeşile çalmış hem de koyusuna,
Arka sokaklarda minareler birer birer göğü deliyor
Akşam olmaya yakın sis de koy verdi, bir bilsen.
Uzanasım var ovalara
Geldiğin gittiğin yollara,
Ekinler boyu başak olasım var
Geçerken sen boyun eğsem ben,
Hangi mola dakikası olayım ki
Çıkama soğukluğuma 
Bir güzel seyreyleyeyim seni üşümüşlüğünle,
Uykun olayım dinlen benimle,
Terminal olayım var bana
Öylece hayale yakın kelimeler.
Her şeyden öte tarih kokan bu kent olayım
Yine gel beni seyre
Fotoğraf çektir taş duvarlarım arasında
Bir iki dua belki
Çayımı iç 
Nehrimin üzerinde köprülerden geç
Karnını doyur bir güzel
Hepsinden âlâ gel de huzur ver 
Kov sisi 
Yıldızları seyretmenin başka çaresi yok,
Gel,
Başka yalvarma bilmez bu dik başlı şehir
Başka çağırmadı sevdiğini koyu yeşil ölü,
Bahar kokuları gibi 
Bastığın yerleri aydınlatarak,
Ölünün sözü canlanır gibi usumda
Mahşeri kalabalığa alnında mührün varmış gibi gel
Günahlarımızı yıkamaya,
Gel,
Yine gel,
Bekleriz beklemesine de, gel.



Çağdaş Ünbal

Kısa Metraj Hayaller


Yeni bir sabaha başlayacağım diye çok uyumamışlığım var benim.
Sabahlara dek tavanda kısa metraj hayalleri,
usta bir yönetmen edasıyla çekmişliğim var.
Umudumu sabaha dek sımsıkı tutup yüreğimde,
sabahın ilk ışıklarında kirpiklerimde dara çekmişliğim var.
Var ulan var
benim hala umudum var;
güneşin ilk ışıkları ile gözleri kamaşan umut tomurcukları yetiştirmeye,
kısa metraj filmlerimi
rüyalarıma sığdırma umutlarım var..

Çağdaş Ünbal

1 Şubat 2013 Cuma

Yalnızlık Üzerine Şizofrenik Konuşmalar


Yalnızım. Çok yalnızım. Ve bu yalnızlığın baş mimarıyım. Farkındayım. Şimdi yaşını başını almışı hani saçı sakalı ağarmış kim bilir belki de çoktan ölmüş bir şairden alıntı yapabilirdim yalnızlığım üzerine. Çaya kaç şeker alırsın diye soran birinin yokluğundan çayı ne kadar sevdiğime, yalnızken çay demlemeye üşendiğime ve hatta dem in çökmediğine, yağmurda çay içmenin güzelliğine, yalnızken her şeyin iğrenç ve nemli bir tat bıraktığına vb bir sürü sebepsiz çağrışımlara gerek duymadan şairi çıkardım aradan. Evet çıkardım ama bir şeyler söylemeliyim yalnızlık üzerine. Yitip giden zaman parçasının insanın üzerine bıraktığı kokuya hani it bağlasan durmaz hesabı, bu yalnızlığın neden bu kadar kötü koktuğuna ve yalnızlık kelimesinin gerçekten üç heceden mi oluştuğuna evet evet bunlar üzerine bir şeyler söylemeliyim şairleri karıştırmadan.

yalnızlık. en fazla sabahları. bir de akşam üstleri. mesela güneş batmaya yakın yürüyorsun parkın kıyısında cıvıl cıvıl çocuk sesleri arasında hadi olsun mevsimlerden de yaz. ne kadar yalnızsan o kadar yaz yani. gündüz gazetede okuduğun haberi kendi kendine mırıldanıyorsun, o habere şaşırıyorsun belki biraz da üzülüyorsun. sonra belki biraz futbol muhabbeti ya da yanından geçen güzel kız hakkında yorum yapıyorsun. yani yalnızsın lan dibine kadar. ve bir parkın kıyısında iken yalnızsan ne fark eder uçurumun kenarında intihar etmek için yerini alan bir bağımlıdan. kaçıyorsun sonra. kapatıyorsun kendini tek iletişimin bakkala manava. ne filmdi demi ama mate? beğenmedin mi? siktir lan ne güzel çekmiş işte adamlar. sabaha o lanet koku kulaklarını tırmalayacak, kaçamayacaksın yalnızlığın biyolojik etkisinden. ha kalktın ha kalkacaksın derken kendi eserin olan yalnızlığın altında ezileceksin. 

bir bahar sabahı bir erik ağacının altında uzanmışsın çimlere sırtüstü, ağzında bir sigara ateşi gökyüzüne dayanmış. neden? neden insanların gitmesine izin verdim ki? çok mu kötülerdi elbette benden iyi. neden peki, neden bu sanatsal yalnızlığa yürüdün? bitecek sigaran ağlayacaksın. o an aklına ölmüş bir yazar gelecek ahh ulan sırası mıydı deyip mısır kralına ağlayacaksın hani şu en değersiz varlığını kaybedince her şeyini kaybettiğini anlayan. kalkıp gideceksin.  ve gün gelecek güneşe de sırtını döneceksin. güneş görmeden büyümeyen çiçekler gibi kalacaksın. tatsız, renksiz ve kısa. sabahın en kör anında koklamamak için yalnızlığın o kahreden kokusunu tıkayacaksın burnunu. o sabah ve sonraki sabahlar... o koku bir gün komşularını da rahatsız edecek. kapını çalacaklar, açmayacaksın. kıracaklar kapını. en önde yetkili olduğu anlaşılan bi hıyar arkasındakilere seslenecek " ceset torbası getirin". öleceksin ulan öleceksin. elbette düşünemeyeceksin. ama o kokuyu hiç duymayacaksın e belki biraz toprak kokusu.

Çağdaş Ünbal

Sevda Çatışmadır.


Çatışmalarla geçer burada sonbahar
kanlı ve zalim bir sevdadır anlayacağın.
Ölürsün anladın mı ölürsün
ölüsünü bile öldürürler adamın.
Elleri kınalı analar ne ağıt yakar ne bir damla gözyaşı.
Burada aşklar sonbaharda yaprak gibi yaşanır.
Düşer dalından bir hasta ölür.
İster kader de adına ister batıl
benzemez kahve fallarındaki nazara
ölürsün ince ince, kırılarak
çıtırtını duyan olmaz kokunu sezen
Toprağa gömülürsün anca.
Suratında ki bin bir ifadeden belli olur ölümün rengi
Kırmızısı anca bu kadar olur kanın.
Burada dağlarda kan kırmızıdır
o da ölümün diğer adıdır.
Kundakta ki bebe, ateşte ki çorba
dışarıda rüzgâr kadar doğaldır ölüm
aynı sevdalanmak gibi düşman köyünün kara gözlü güzeline.
Dedim ya soyunu sopunu kente bağlamış güzel kız
burada çatışmalarla geçer mevsimin her türlüsü
ölürsün farkına varmadan
dilinin söyleyeceği kelimeleri söyleyemeden
sol yanında alev alev volkan olurken bir dağ
işte o dağda ölümlere soyunursun temmuz’un ortasında
çırılçıplak gecede bu kadar bukalemun olunur anca.
Gözlerinin parıltısı yeter mi yıldızı bastırmaya
ölürsün işte bir sevda türküsü dilde
sanma doğar ardından bir bebe, başlar zılgıt
burada doğan bebe ölüme yollanan bir akarsudur
anca akar usul usul
gözlerini ondan ya yere diker kaldırmaz başını
göreceği bir çift kara göz
kara kadere haberdir tez ulak edasında
ölüm ansızın düşer damarlara
ta ki yanardağ ateş salınca toprağa
işte kurur bir yaprak ve çıt sesini duyar dal
hoşça kal diyemez çünkü o alışmıştır
geri dönülmeyeceğini bile bile gidilen yollara
kan olur dudaklar
ne analar ağlar ne bebeler süt emer
biter sanılır bu akarsu kehaneti
yeni bebelerle can verir ve can alır işte,
anladın mı?
vardın mı farkına
mevsimler diyorum
çatışma gibidir bir dağın eteğinde
ve bir volkan yutuncaya dek tüm sevdalı yürüyüşleri
silah sesinden başka bir şey değildir kelimeler.

Çağdaş Ünbal

Ölü Şairler Mezarlığı


Ölü şairler mezarlığında bir köşede toplanmışlar,
Oturmuş sohbet ederler
Plath’ın başucunda süt ve kurabiye,
Sanki çocukları yemeyip getirmişler annelerine.
Bir yerde okumuştum diyor Sergey Yasenin;
Şairlerin ortalama ömrü yüzde atmış ikiymiş,
Yerinden fırlıyor Nilgün Marmara*, ne demek diyor
Ben öldüğümde yirmi dokuzumdaydım
Söze karışıyor Mayakovski,
Ortalama bu kızma hemen,
Hem sen seçmedin mi ölümü
Yaşama karşı ölüm deyip getirmedin mi sonunu,
Hesap mı soracaksın kalan senelerden, tanrıdan diyor gülümseyerek.
Susuyor Nilgün, soluk yüzü mezarlığa saçılıyor
Mezar taşlarında karanlık bastırıyor,
Derin iç çeken Atilla Jozsef söze giriyor,
Neden seçtik ölümü,
Bırakmak istemedik mi kadere, neden biz belirledik tarihi?
İlk aşkımdı, hayallerimin eşsiz kadınıydı
Çok sevmiştim,
Onu şimdi bir erkekle mutlu görünce dayanamadım,
Ve asıverdim kendimi
Sokağı ışıtan lambanın birine, diyor
Senelerce toprakta yıpranmış sesiyle Nerval,
Şair dostlarının Sokak lambasının önünde
Nasıl saygı ile beklediklerini anlatıyor sonra kahkahalarla,
Mayakovski sessizce izlemenin ardından söze giriyor;
Bazen sevgili bazen dost
Bizde üzülecek şey çok,
Bırakın şimdi dert yanmayı sıra kimde ise
Okusun şiirini…

Ölü şairler mezarlığında bir köşede
Akıyor şiir
Akıyor gece
Mezar taşları görmeden sinsice,
İçiyor şarabını yine Özge Dirik
Ve gülümsüyor ona Yasenin
Akıyor zaman
Susuyor yaşayanlar
Bir şiir yola çıkıyor
Gelip penceremde duruyor;

         “Şu yaşamda yeni değil ki ölüm
          Ama pek öyle yeni sayılmaz yaşamakta”*

Ve açılıyor
Ölü şairler mezarlığında
Bir köşede ki sohbette bir yer daha,
Duruyor gece, akıyor şiir…



*Sergey Yasenin’in son şiirinden.

Çağdaş Ünbal

Suç İşledim Penceremde


Gecenin bilmem kaçı,
hangi ayın hangi günü?
Yirmi birimdeydim kapıları üstüme kapattıklarında
beynimde uğultularla döndüm bir sabah
solan yüzümde bıyıklarım sararmış,
dişlerim dökülmüştü.
Anam kapıyı açtı beklermiş gibi beni
oğul diyemedi baktı baktı, ağladı
sarılamadı doyasıya.
Bir yerinde yara mı var?
Çok mu dövdüler oğul? Diyemedi.
Usulca sardı,
gizli gizli ağladı sonraları.
Ben pencereden ayrılmadım hiç
çıkamadım asfalt yollara,
yemyeşil tarlalara
anam hep ağladı
ben hep daldım çocukların oynayışlarına pencerede
anam hiç sormadı, ben hiç konuşmadım.


Yirmi birimdeydim düştüğümde,
Şimdi hangi ayın hangi günü
Saatlerden kaç?
Ne kadar sürmüştü tutsak yıllar, işkenceler…
              “Şimdi penceremde bir kuş
                Kuşun kanadında düş
                Düşün içinde kalmak sanırsın suç    
                Suç işledim penceremde kaç yaralı kuş.”

Çağdaş Ünbal

Yüreğin Savaşı.


Yüreğimin orta yerinde bir savaş var,
yüzlerce yıldır süren bir savaş.
Kim kimi vursa
kim kimin tarafından vurulsa
kanayan ben oluyorum.
Ve bu savaşın galibi
zafer turuna çıktığında
                               gönlümün karnaval sokaklarında
ben ölülerimi gömüyor olacağım.
Kan revan ellerimde olacak,
                               insan parçaları.
Ve ben bir rahip edasıyla
                               dualar edip
bir ana edasıyla               
                               kıyasıya ağlayacağım.  

Çağdaş Ünbal

Radyolar..


Bir Şanlıurfa türküsü var sırada.
Çaresizliğin çaresi oluyor radyolar
ve yalnızlığa bir nebze puding.
Akşam olmakta
vakit tam olarak,
ışığın açılması ile açılmaması kararsızlığı anı.
Yazmak için iki demlik çay, çok sigara.
Bölüşülecek bir şeymiş yalnızlık
kimsen yoksa
yani al şu kadarını sen çek
                               diyemiyorsan yalnızlığın,
işte o an yak ışıkları, yalnızsın.
Sırada ki yalnızlığımın şansına
radyolar, radyolar ve radyolar
yalnızlığın frekans hali.


Çağdaş Ünbal