19 Aralık 2015 Cumartesi

Dua Diyetine.


idrak sınırlarını ihlal eden bir ayrılığın otopsisi için gerekli malzemeler

sabahın sana uyandığı zaman dilimleri için-
morfin.

ağaçların arasından akan parkeler
izmaritler ve gökyüzü
parkın sessizliği
daha çok akşamları

yıldızlarda gizlenir' yazan bir bankta
sol omzunda kurumuş kana bakarken -ziyade
ellerinin uyumsuzluğu dikkatten -öte

polis telsizleri ve kanıtlama derdi
boşalan paketler
pazar artıkları
kimsesizler bir de köpekler

akşamın üzerinizde uyuduğu zaman dilimleri için-
ateş.

apartman boşluğundan yükselen kızartma kokusu
balkonda unutulmuş tabure
boğulan küllükler ve filizlenen kanser
tahammül sınırında devriye
aklına mukayyet olma çabası

ırzına geçilmemiş bir zaman dilimi aramanın utancı için-
su.

prizlerden arta kalan bekleyiş
sustalı mektup
yankılanan ses
açlığın açık adresi
yığılan inanç
kepazeleşen fizik kuralları

tahayyül edilemeyen vuslat ateşi için-
son uyku.




Çağdaş Ünbal


1 Aralık 2015 Salı

Gün Olduğudur.


sen gülüyorsun
yeryüzünün çehresinde bir tuhaflık
dağlar daha mor
dağlar daha..

eklem yerlerinden kırılmış bir gökyüzü
birbirine tutturulmuş acemice-
sabaha inanan çocukların düşünde
yani inanmak ilminin gölgesinde
bir güzelim  dağ
gülüşünle serpiliyor durmadan
deniz ılıyor,
ellerim mavi
öldüğümü unutuyorum

sen gülüyorsun
ashab-ı  kehf uyanıyor
içimde

mor bir dağda.




Çağdaş Ünbal

13 Kasım 2015 Cuma

Geç Gelen


akşamın oluşunda
aklıma gelişinde
bir ritim vardır
beni mıh eyler, çakar duvarlara

delirmiş çilek gibi kök atıp
sarasım gelir hayalini kurduğun bahçeyi
bu yandan
şu yana
toprak damla damla
kanarcasına

bu bir yerde sana vurgunum demenin
fiyakalı şeklidir
bozkırın orta yerinde
benden duymuş olma

su-
hüseyin'e gözyaşı
bana seni




Çağdaş Ünbal




24 Ekim 2015 Cumartesi

Sese Kayıtsız.


pasajlarda umutsuz
cereyana sırt çevirmişiz

eşiklerde bekleyip
gevremiş sabrımıza hayran
kan sızar gibi susmuşuz
yaranın kendisiyken

kötü şiirler düşleyip
çok çay
aç karna
sevdalarla donatılmışız ya
gelip geçenlerden artanlarız

yansımalarda eksik
tınılarda aksak
bir garip
biz ki
sevdalarda soluksuz
yarışa girmeyen atlarız.




Çağdaş Ünbal







18 Ekim 2015 Pazar

Karanlıkta.


ben burada ışıl ışıl salonlarda
uyuklarken televizyon karşısında
saatlerdir elektrik verilmiyor oralarda
ne yaptın kim bilir
belki eğilmiş bir sigarayı ateşleyip
beni düşündün

tavanı seyrettin karanlıkta
bir yerlerinden sıyrılıp kafanın
oturuverdim oracığa
sıcacık baktın
içinde çay sunma telaşıyla
kim bilir belki başka düşler kıvılcımlandı
ellerin buluşunca saçlarınla

ben burada uyuyakaldım
aydınlıktı

sen orada karanlıkta
belki cam kenarında uzun uzun yokuşu seyrettin
evine çıkarken seni soluksuz
beni sesine hasret bırakan yokuşu
orada sesi düşledinse ne u'mutlu
yoksa bu şiirin kalibresi bir kuş bedenine fazla

kim bilir
yanağında saç telin
buğday tarlasını..

yanağını unutuyorum.





Çağdaş Ünbal





6 Ekim 2015 Salı

Sızıdır.


baba beni göm

yağmur düşmeden evvel
kokusunun üstüne tünemiş
sert ve
yaşamı hatırlatan; toprakla

her yanımdan sıyrılan bu aba
fikrim ile müstesna bir hanımefendi ile aramda'
anca bez
ona kalsa kadife

solumak mı dersin adına
yoksa dua mı
bu böylece yatan soğukkanlılık
allah ile aramda'
gölgem eksik olsun

baba beni göm.




Çağdaş Ünbal



13 Eylül 2015 Pazar

Çiçeksiz Perdenin Düşü


balık halinde telaş
kadehler ılıyor
ritimler son sürat
üçyüzonaltı sandalyenin birindeyken
bu ne kalabalık duygu
benim dışımda-

üstelik tam karşında oturuyorum
menziline girmiş gibi bir tüfeğin
durmadan sigara içiyorum

gülüyorsun ya
gamzesiz yanağında soluklanıyor semt
sarhoşluyorum

kulaklarım uğulduyor sonra
şiir serpiyorum
topluca yürüdüğümüz o yola
dönüp kendimi bulmak umuduyla.





Çağdaş Ünbal

28 Ağustos 2015 Cuma

Allah ve Meteoroloji Hakkında


                                                                             eşik bilmez'e



çok yenildik allahım
gözümüzde tütüyor
varmanın her toz zerresi

şu mavilik
şu çarşaf
ve şu nazır denize yapılar
bizim sokaklardan görünmeyen,
pilot kalem, şiir
isyana şerh düşülmüş açlıkla bir türlü izah edilemeyen
köhnemiş sloganlar arasında
sürekli bölünen vatanın ötekileri olarak
boy veriyoruz allahım, gelme çok derin

gökyüzü terk edilmiş stadyum bize
kirli ve uğultusu dönmede
çatılar anten sağanağı
bir kanal tutuyoruz
tuttuğumuz yerden şifreli
sekseniki ekran süper kahramanlar

toprağında çürüyen kavunun kokusu hep
şuramızda kokan


allahım güceniyoruz.





Çağdaş Ünbal

22 Ağustos 2015 Cumartesi

Göğün Gördüğüdür.



ceviz ağacını silkelemiş bir serçe
öykünüp kekliğin
kınalı ellerine





Çağdaş Ünbal




10 Ağustos 2015 Pazartesi

Rüyadan Evvel


                                                              'kahpe felek sen o zaman gör beni beni'
                                                                                                     Muhlis Akarsu


güldüğüne şahit olamıyorum
ve bu
zamanı bir yerlerinden kırıyor

pencere pervazında saksılar
kendi yansımalarına baka baka
gayret gösteriyorlar sararmaya

denge yitiyor

aklımın ucuna gelip yitiveren
bütünlüğünü bir türlü oluşturamadığım sen
bir soyut çalışma olarak kalıyorsun
çokça baktığım kumral sayfalarda

ekip biçilen bir şeymiş gibi hatır
hırsla sallıyorum kazmayı usuma
allahım utandırma





Çağdaş Ünbal





Bozkır Güzellemesi


yağmuru bekleyen kadınlar
ilk kez görüyor gibi
öylece seyre daldılar bozkırı

bu, kara duadır dediler
ve tülbentlerini birer ikişer
birer ikişer dallara gerdiler

ki bu bir alıçtı
belki bin
belki on bin yaşında, soylu

bu ademin oğludur dediler
alınları gergindi
berekete niyetlendiler

bulutlar aralandı
alıç çatladı
bir damla dahi düşmedi toprağa

kadınlar güneşe sırtlarını verip beklediler
çokça beklediler
dal kıpırdamadı

güneş çok uzaktan gelmiş gibi
soluklandıkça soluklandı
entarileri sırılsıklam oldu terden

toprağı eşeledi biri
toprak eşelendi başka biri tarafından
toprak

gidecek yerleri yoktu.




Çağdaş Ünbal


27 Temmuz 2015 Pazartesi

Duvarın Tırnağa Kazıdığıdır.


radyosunu henüz açmamış olanlar için
yüksek
daha yüksek sesle susuyorum
çünkü
mağlubiyet
frekansta arabesk
frekans,
fizik müfredatına oldukça dahil
belli edebiyat alttan

gülüyorum,
akort düşüyor

-bizatihi yanlış atın kendisiyim-
alt yazısını geçiyorum durmadan





Çağdaş Ünbal





23 Temmuz 2015 Perşembe

Tanışmaca.


                                                                    'gözüm yaşı deler mermeri'  



seyreden zamanın kendisidir
her tünel
dağda yara

bak bu dünyadır
neresinden istersen
orasından ağla








Çağdaş Ünbal

14 Temmuz 2015 Salı

Yoldur.

                                                           'bütün eve dönmek isteyenlere'


babamın eve döndüğü yaştayım
eve dönüyorum
üstelik kronik hastalığım
ve dişlerimin arasına sıkışıp kalmış
bir maydanoz parçası gibi huzursuzluğum var

çiçeklerim başka balkonlarda geçirecek kışı
ben bir ormanı oynayacağım babamın düşünde

kurumanın kader olduğu o bozkır kentinde
kaç inç gerekir tüm ayrıntısı ile hissetmeye
keşkeler ile başlayan cümlelerin serinliğini

gelecek zaman ekleri
ve şeyhim arasında sıkışmış bir nefes
delalettir ateşle hemhal olmanın

vaktidir.




Çağdaş Ünbal

6 Temmuz 2015 Pazartesi

İmamesiz Tespih


teyemmüm ile imana bulaşan kimyasal
şeyhimin yüzünde sivilce
ve sunuldukça toprak ateşe
vitrinde insanlar
muhtaç bir tutam nefese 






Çağdaş Ünbal

23 Haziran 2015 Salı

Güzün Bağ



fikrimde sen
elma kokarsın

karanlıktır bahçeler
yel esmez
hazirandır,
su nazlıdır ya
çiçek sabrı derler
dökmez yaprağını

yırtılınca karanlığın rahmi
çatırdar özensizce serilmiş patlıcan
bir karınca telaşesidir ki varamaz
büyür yokluğunun gölgesi
kimseler sığmaz

ah o akşamlar
kokusuz,
tatsız ve üryan

yüklü bir kamyonetin kasasında
kalanların sabrına şaşarak
bir kirpik mesafesinde köşeyi dönüveren
ömrün,
hep elma kokar.





Çağdaş Ünbal


11 Haziran 2015 Perşembe

Suyun Duruşu


uykularının kapısını avluya açmış bir kadın
serin bir sevda türküsü değilse nedir

boz bulanık güvercinleri
yalım gökyüzünde emziren,
şuracığında keder
ah, sırtında yoksulluğun tüyüyle
kuru dizlerinde uyuyan kadın
değilse sevdanın türküsü
gözlerine çöreklenmiş gece, kırılmış kemik,
göğsüne döşenmiş mayınlara ağırlıktır rüya

budanmıştır dalların o uyandığında
dalda kalan taraf da değilsindir.





Çağdaş Ünbal

31 Mayıs 2015 Pazar

Ah 318


sen gidince
yüreğimin yerine bir tutam fesleğen eşeledim

bulvarlara çıktım
göz göze gelmeden kendimle pırıl pırıl vitrinlerde
parklara,
banklara attım kendimi

kuşlar dedim
gökyüzünün geceyi doğuran
kör gözleri

inanmadım kendime
eve döndüm

dört duvar kaledir dedim
zili çalmayan evlerde
insanın kendini sorguya çektiği
kan ve revan
soluksuz sustuğu





Çağdaş Ünbal

11 Mayıs 2015 Pazartesi

Bu Bahar.


akışına şahit olarak zamanın
öylece duran bir kaya gibi
suyun içerisinde
yıpranarak,
sivrilerek
ve sahiplenerek bulunduğu yeri
orada,
öylece duran bir kaya gibi
yüreğime ağırlık kazandıran sevdan
beni bu bahar;
kökü toroslarda
dalı burada balkonumda
nazlı mı nazlı bir limon fidesi eyler

küfürle beslediğim öfkem diner,
iner dağlarından da
telleri incelmiş bir çadır gibi
kurulur ovaya

demdir.





Çağdaş Ünbal




8 Mayıs 2015 Cuma

Salondan Hikayeler


Birinci denemesi başarısızdı. Biraz bekledi. Sanıyorum anahtarı bulmakta zorlanıyordu. Bu sarhoş olduğu hakikatini deklare eden ilk göstergeydi. Başarıya ulaşınca koridor aydınlandı. Apartmanın sensörlü lambası sarhoşlara karşı daha nazikti galiba. Kapıyı kapatırken kimsenin rahatsız olmayacağı gerçeğini yabana atmadı. Bulunduğum yerden sadece bacaklarını görebiliyordum. Öylece duruyordu.

Sadece ben değil diğer arkadaşlar da heyecanlanmışlardı. Normalde eve sarhoş geldiği akşamlar birkaç arkadaşımızın sadece kalbini kırmakla kalmıyor fiziki yaralar da açıyordu bedenlerimizde. Kabullenmiştik. Fakat bu farklı bir geceydi, cansız gövdemiz soğumaya başlamıştı.

Salona girdi. Işığa uzanmasını bekledik bir süre. Hayır, ışığı açmayacaktı. Bunu salonun kapısında öylece duruşundan anlayabiliyorduk. Sırayla telefonu, cüzdanını ve sigarasını sehpanın üzerine koydu, hafiflemişti.

Halıyla çok öncelerden tanış gibi uzunca bir süre halının en derinine baktı. Halıyı dokuyan kızın rahminde kıpırdayan bebek dünyaya selam etse hissedebilirdi. Bir şeyler ters gitmişti. Bunu anlamak için can taşımaya gerek yoktu. Sarhoşlara özgü bilek hareketlerinden oluşan dansı icra edip salonun köşesinde bulunan tekli koltuğa oturdu. Gözleri halen halıdaydı. Emin olun bebeğin babası bu kadar hissetmemişti! Sigarasını aradı. Sehpaya giden iki metre onun için Avrasya Maratonundan farksızdı. Allah aşkına neyi vardı bu adamın. Gözlerini sigaraya dikip öylece bekliyordu. Kafasından geçenleri anlayamıyorduk. Kalkıp alsa sigarasını, bizim de içimiz ferahlayacaktı. Bekledi.

Belki yarım belki bir saat öylece bekledik. Evin içinde sadece hırıltı sesleri duyuluyordu. O bu sesleri duysa belki sigarayı bırakabilirdi fakat sanıyorum mevzu bu değildi.

Hepimiz bu durumu merakla izlerken ve belki alışmanın o çetin eşiğine adımımızı atmışken ağlamaya başladı. Çok ağladı. Olmayan canımız bedenimizi zorladı. Yoktu, çıkamazdı.

Elimizden bir şey gelmiyordu. O orada öylece ağlıyordu.

-Bazen elimiz, ayağımızın olmadığına seviniriz biz. Bazen kahroluruz, bilemezsiniz-

Ne kadar sürdü bilmiyorum. Duvarlar nemlenmeye mi başlamıştı, saksılar mı çatlamıştı bilmiyorum. Sigarasına doğru hareket ettiğinde ben dahil bütün arkadaşlar nefeslerimizi bıraktık. Sigarasını yanına almayı düşünmedi, acelesi vardı sanki. Yaktı ve koltuğa döndü. Çektiği nefes yüreğimizdeki tütün tarlalarını aleve veriyordu, iş bekleyen incecik kızlar tütünden gelecek parayı yok saymaya hazırdılar ve emin olun o kızlar zengin kocalara satılacaklardı. Bu tek kişilik gösteri dünyanın diğer ucunda devrim sebebiyken bizler burada öylece susuyorduk.

Yaklaşık sekiz aydır bu evdeyiz. Pek gürültülü olmayan bu evin pek de misafiri yoktu. Anlayacağınız sessiz sakin bir hayat sürüyorduk. Bazı geceler sarhoşluğuna, ağlayışına nadir de olsa tebessümüne şahit oluyorduk onun. Azıcık yağımızda cansız bedenlerimizi kavuruyor, eşyanın tabiatına uygun yaşayıp gidiyorduk.

Ben mesela üç yıl Tarık abinin dükkanında öylece bekledim. Tezgah caddeye bakıyordu. Arabaların egzozu dolmuştur şu ciğerlerime ama öksüremem. Ben kendi halinde bir Charlie Chaplin tablosuyum. Aklında canlanan ucuz tablolardan, evet. Fakat benim farkım bastonumun kırık olması. Kim bilir üç yıl öylece durduktan sonra Burak'ın dikkatini çekme nedenim kırık bastonumdur. Elindeki sigarayı profesyonel basketbolcu gibi iki metreden rögara sokan Burak hızlıca tabloları karıştırmaya başlamıştı. Bizim mekanizmayı bilirsiniz, başınızı hafif yanan eğip tık tık bakarsınız tablolara. Burak dördüncüde yani bende durdu. Birkaç saniye göz göze geldik ve evin yolunu tuttuk. Başlarda beni nereye koyacağını bilemedi. Bu sebeple sık sık yer değiştirdim. Hepsinin görüş açısı farklıydı fakat son kararını verdiği yer şahaneydi. Salondaki tüm cansız dostlarımla iletişim kurabiliyordum. Sağ olsunlar hepsi iyi arkadaşlardı. Burak da pek oynamıyordu artık yerimizle. Bazen sinirlenince yahut sarhoş olduğu zamanlar cansız bedenimizde fiziksel acılara sebep olsa da dediğim gibi eşyanın tabiatına uygun yaşayıp gidiyorduk işte. Aslında Burak kötü bir arkadaş değildi. Hatta iyi bile sayılırdı. Bazı akşamlar neredeyse hepimizle konuşurdu. En çok da benimle. ‘Naber lan Şarlo' ile başlayan monolog epey giderdi. Anlatırdı bana. Duyduğumu, anladığımı bilse belki anlatmazdı Haliyle duygusal gelgitleri hepimizin malumuydu. Telefon görüşmeleri, sesli düşünmeler falan derken Burak'ın hayatının seyrinden haberimiz vardı yani. Mesela bi gönül meselesi vardı. İki gün bahsetmese üçüncü gün bahsederdi. Seviyorum derdi, susardık.

O gece çok bekledik. Bir kelam etsin istedik. Özellikle ben yanıp, tutuştum. Merakım bir yana paylaşmak istiyordum. Acısını yüklenip kırık bastonuma öylece durmak istiyordum.

Güneş doğmak üzereydi. Ne uyumuştu ne bir kelam etmişti. On üç sigara içmiş, altı kez öksürmüş ve yirmi beş kez yumruğunu sıkmıştı. İşte o anlardan biriydi yine. Cansız oluşumuza yanıyorduk. Burak'ın tek temas kurduğu kül tablasıydı artık. Bedeninde yanma hissetse de belli etmiyordu. Gözlerini Burak'a dikmiş bekliyordu.

Neden sonra kuş sesleri salona dolmaya başlayınca Burak'ın dudakları aralandı. Herkes soluğunu tutmuştu. Kızsaydı, küfür etseydi, tutup bizleri kırsaydı keşke.
İki harf; 'ah'

Koltuğa kıvrıldığında ev, nemli bir bodrum katında üşüyen hamam böceği gibi titremişti. Üşüyorduk. Güneş hızla salona vurmalıydı.





Çağdaş Ünbal

25 Nisan 2015 Cumartesi

Dalda Kuruyan Sevda Türküsü


                                                                  'diley diley yar'


gün salkım saçak,
bıraktığın yerden selam.


uyanıp ağrımı emziriyorum
aynada bir eski zaman şairinin dizesi gizliyor;
sızıntıdan ibaret
ve ibret olan kalıntılarını

ekmeği ve uykuyu rüsva eden
ve muhakkak orada öylece durarak
sessizce solan hayatıma -tanık- sen
yerinden ayrılıp ormanı izleyen bir ağaç gibi
bir başına solumanın hürriyetiyle sarhoş
                                                 ve yalnız
ormanı kendin bilerek
bunca kahra sebep,
bu ağrının birebir müsebbibi,
tadı çekilmiş bir hayatı reva gören sen-
orada öylece duracaksın ömrüm boyunca

şiiri yazılmamışlar geçidinde ortalarda
orada öylece bir yerde yani
nihayete erdiğinde hayatın
toprağını gölgeleyecek
adını sanını bilmediğin diyarlardan gelen kırlangıçlar
benim duvarlarım yeşerecek nemden
ağlayacağım
ağrıyacağım daha çok






Çağdaş Ünbal




13 Nisan 2015 Pazartesi

Ekzosfer'den Öte.



dünya her dem Yusuf'a gebeyken
kuyu duvarlarına çizilmiş kürtaj
geç kalmışlığın
ve zulmün eline düşmüşlüğün
aleni kanıtıdır

dağda aya başkaldıran karanlık,
kentte durmaksızın uluyan köpek
kıkırdaması yıldızların ve
günlerdir yağan yağmur
yedi yıl süren kıtlığın sona erdiğinin,
kuruyan toprağın ve göğüslerin
bereketlendiğinin;
Yusuf'un alametidir

artık uzayacak her tel saçın,
bitecek tohumun,
görülecek pazarın, yanan sobanın
karılan harcın
ve umudun şavkı vardır
çünkü
topraktan fışkıracak plasenta
yavan kalmış olana zerk'olmuş
aralanmıştır perdesi
bütün yanlarıyla sırrın

sır,

kuyunun Yusuf doğurmasıdır.







Çağdaş Ünbal



1 Nisan 2015 Çarşamba

Yağmurun Duvağı


                                                                      'ölem'

en olmadık yerinde zamanın
gözlerine aş'eriyorum;
keder düşmüş göl sakini gözlerine

istasyon kalabalıklaşıyor aniden
gideni saran
kalana pay ediliyor
bir telaşedir ki gör
yokluğun uğultudan geçilmiyor

oysa şimdi seninle birlikte
akşam'üstleri bir başka serinleyecek oralar
daha canlı sardunyalar
deniz bereketli
şen kahkahalar kaplayacak yaya geçitlerini

bense burada
kursak dolusu senle kalacağım;
kussam ayrılık.




Çağdaş Ünbal






26 Mart 2015 Perşembe

Şizofrenik Konuşmalar 1019*


                                                                      'ettiğim isyandan utandım'


bileği yırtan jilete gül kokusu sinmiş
gül biçare'

bunu adli tıp raporunda okumuştum-du
'mu yoksa dizesi miymiş
anestezi altında mırıldanan şiirin.

bulvarlara Musa gerek
ayetlere slow motion teknoloji
çünkü idrak don yedi
piyasa çalkantılı
ve inanç damara endeksli
o'sebepten
çatırdıyor
bir göz odada dünya
hakkıdır ki
kovaya kadar kuru kuyular
mütemadiyen Yusuf'a gebe

telaşına düşülmüş olana
telaşa düşmüş olana
hü.



Çağdaş Ünbal



*Bunun bir şiir olduğuna inanmıyorum.



16 Mart 2015 Pazartesi

Suyun Yükseldiğidir.


yılgın bir saka kuşu
sığınıyor saçaklarıma
kanatları yağmur bulutu

meyveye diş bilemekten koklayamadığım,
çatırdarken toprağı dehşete düşüren tomurcuklarını
ve boy atışını
ve güneşe kıvrılan boyunlarını göremediğim o çiçekler için
süs havuzlarını
ve stadyumları kundaklayan şiire gönül düşürdüm,
                                                                düşündüm ki;
şiir dölleyebilir talan edilmiş uykuları

perdelerim ağarmasa ne olur.




Çağdaş Ünbal











8 Mart 2015 Pazar

Tavana Bakarak


rüzgar
balkon parmaklıklarından geçerek ıslık çalmayı
                                                                denemiyorsa eğer
                                                                bu bir intihar.
ve ihbar;
-kusuyor geceye ceset rüzgar!


yağmurun yağdığını hayal etmek istiyorum oysa
tren biletinin avucumda ıslandığını
kuru olanı sarmalayan kibri
saçlarını kuruturken gösterdiğin endişeyi
-maddeler halinde-

hicran adında bir kız çocuğu dünyaya getireceğim
                                                                     sabaha
ve ellerimde kan
dünyayı doyurmanın mutluluğuyla
                              asacağım plasentamı
çünkü
meyveye diş bilemekten koklayamadığım,
çatırdarken toprağı dehşete düşüren tomurcuklarını
ve boy atışını
ve güneşe kıvrılan boyunlarını göremediğim o çiçeklerin kederi
yağmur bulutundan sıyrılarak toprağın rahmine düştü

şimdi ben mağlubiyetimi bileyerek
rüzgarın tesellisinde
fotoğrafların gülüşlerin yırtılıyorum.





Çağdaş Ünbal


6 Mart 2015 Cuma

Raydan Sızan 4


ah şu baharın kıkırdaması
peygamberliğime put.


aramızdaki mesafe bir karış haritalarda
hele ki dağlar
mutlak surette varlar
oysa
yarim mayısa çalınmış iğdeye benzer
dudağında beni var
sevdama nokta.

keman konçertosundan sıyrılan toz
toprak piste zül
ve sallanan nal
koşmanın anlamını yitirdiğine delalet
yine de orada tutuşan bir başınalık
bilseniz nasıl müptelayım nasıl

portmantoda asılı sızı
ciğerime dökülen betonda ayak izi
yola mızıkasız çıkılmış da geri dönülecekmiş gibi -umut-
periyodik tablodan
ve müfredata uygun edebiyat kitaplarından bağımsız

dağlara çiçek isimleriyle seslenmek
hasretime duyusal nakış,
rahme düşmüş cemre
kedilere yük

ve nihayet bahar

dağların arasından denize akan bir banliyö treninde
dehşet sevda yüklüyken fikrim
raydan sızan ovanın bereketidir
ben sana geliyorum

ki bu deprem haritalarını sarartır.




Çağdaş Ünbal


17 Şubat 2015 Salı

Şizofrenik Konuşmalar Eksi Beş


onu o derde sıva eyleyen

yüzünde gri bir susku sebebi
kazınmayı bekleyen fireler
ve yağmur damarları
dendrologları eyleyen

günebakanların arasında yetişen kenevir
hayaline estikçe
güneşe aç,
illegal ve a4

soruyorum kendisine;
kahvaltıyı bahçede yapar mısın?

yine gece olacaksa diye
üstelik zemherinin destek kuvvetiyle -susuyor-

perdeleri çekmemeye yeminli bir adam bu
beyazlamış yüzünde sivri sakallar
alnında boş kahvehane masaları
ben bu savaşı daha önce görmüştüm demeye getiriyor ya
bak bu yara da oradan diyerek dilini gösteriyor
görmelisiniz
az önce buradaydı.




Çağdaş Ünbal


Hep Nemli Kalacak Mezarlar İçin


çiçeklerim var
dolu dolu tomurcuk
haftada bir papatya çayı içer
kötü şiirler yazarım
ve güneşi gördüğümde günebakan edasıyla kırarım boynumu
bunu umuda yorsam da
ağrı filizlenir gömlek cebimde

yirmisekiz yaşındayım
ve korkuyorum
çünkü
ülkemin cehennem türevi oluşu
bütün dişlerimi çürütüyor

gerisi taze mezar
gerisi utanç.




Çağdaş Ünbal

8 Şubat 2015 Pazar

Sen Deklanşöre Basarken Benim Gördüğümdür.


                      bu gecelerin kabir suskunluğu
                      kışın uzadığına işaret değil de
                      sensizliğin bana tebliğidir. 

seni ikna edecek şiiri düşledim' diyorsam
bu iyi haldir ya
vuslattan muaf tutulmuştur
yoksa 
sağanak yağış uyarılarını dikkate alırdı şairler

saçlarını kuruturken gösterdiğin ciddiyeti buraya bırakıyorum
çünkü vapura saplanmış dalga kadar öfkeliyim

istemsiz filizlenen papatyaları toplamışım da
artık piç vermeyecekmiş gibi düzlükler
munzur öyle uzak

-umut hecelenmeden cümle bütünlüğü oluşmuş kadar-





Çağdaş Ünbal




30 Ocak 2015 Cuma

Ölmeden Uyuyamayanlara


ne zamandır sakalsız gezen şair
aslında gömülmemiştir.



uykusuzluk problemine çare olmayınca gece
zulada unutulmuş ne varsa tana ağarır
romanının son satırlarına ölümü sığdırır yazar
darp edilmiş haysiyetini öper de başucuna asar kadın
dünya döner,
su bulanır
su arınır
ayna her zaman karşısındakini göstermez
çiçektir solar, gökyüzü daim

aklının ucuna takılı kalmış da
gerisi çözülmüş gibi düşünceleri
tik tak tik tak tik tak
geçmiyor

bir adet kalem pil
sağır geceye dil
duvara basınç
şaire dert.




Çağdaş Ünbal



Ben, Cehennem Ve Diğer Şeyler Hakkında.


annem dua ederken
allahın çırağıyım yeryüzünde
çünkü masumiyet
suretimi dengeleyen gözlerime ayan
ki suretim helak kelimesinin hakkını verme konusunda-
kutsal kitaptan alıntı gibi*

bunu anneme söyleyemem çünkü;
şirk, kafesinde tutulması gereken vahşi bir hayvan
öyle inanıyor
öyle inanıyoruz
biz ailecek
kafeste şirk besliyoruz





Çağdaş Ünbal

11 Ocak 2015 Pazar

Sıvasız Kaygılardan Yola Çıkarak


ekmeği ve suyu zehr'eden sabır
voltayla dinmeyen sızı

morfinden habersiz eczacı kalfaları
her şiirin üzerinde bir barkod
alım gücü yani
geçinme kaygısından öte
entelektüel piyasalar
ve yine bizi bize düşman eyleyen sarı bir idealizm

(-bahsetmeyeğimden bahsetmiştim ama)
gülüşün yek'çare
gömlek cebimde filizlenen kansere,
soğuğa ve bütün imkansızlıklarıma

ki ben bütün bilinçyoksunluğumlahakimkenyokluğuna
tenleri beyazca,
sakalları bi'karış
pozitif bilimler adı altında
-ulu orta
gebelediler kışı bahara.





Çağdaş Ünbal



3 Ocak 2015 Cumartesi

Kaldırımın Öte Yanından.

                                                         bahçelerimizde yetişmeyen çiçekler adına


gölün akşamüstü yeşilliğini düşünmek
dağın duruşuna şaşarak bakmak
inanmak bir tanrının varlığına
ve
elbet parmaklarımın gezinmesi saçlarında
bütün iyiliklerin anasıdır
bilmezsin.

bulvarlar dolup boşalırken
sahile inen yol sana çıkmış gibidir ki bu,
haftalardır su görmemiş hippopotamus açlığına denktir
bilmezsin,
bilmem.

seni düşlemenin kıyısına yerleşmiş ben
gözlerinle mukayese ettiğim dünya renklerinin çaresizliğine-
saatlerce gülebilirim
ki bu tanrıyı gücendirebilir
-gülme
çünkü bir tanrı en çok kibrinden vurulur

ve sen
tanrıları kıskandıran gülüşünle
salındıkça zihnimin sokaklarında
bütün lunaparklar bana tahsis edilmiş sayılır ki
elektrik kesintisi mevzuat dahilindedir
çünkü o çiçekler
hep komşunun bahçesinde yetişir
-herkes bilir..