30 Aralık 2013 Pazartesi

Türkü..


Erenler zehir getirin
Balınan öldürmen beni
Bağrıma diken batırın
Gülünen öldürmen beni

Yar diyerek yana yana
Can teslim ettim canana
En yakınım kıysın bana
Elinen öldürmen beni

Hiçlik aleminde mestim
Varlık sevdasını kestim
Yokluk benim eski dostum
Malınan öldürmen beni

Bir aşktır düştü özüme
Yanarım kendi közüme
Leyla görünüp gözüme
Çölünen öldürmen beni

Duygular dönüştü söze
Yanık seda işler öze
Dertli dertli vurup saza
Telinen öldürmen beni

Hüdai’yim daldım gama
Saldı beni demden deme
Asın kesin yüzün ama
Dilinen öldürmen beni


Aşık Hüdai


http://www.youtube.com/watch?v=7Koqcv5zNOk

27 Aralık 2013 Cuma

Ritmik Delirmeler



"dilore nenelerim"


derinden gelen bir ezgi
bazen
telaffuzu eksik kalmış kelime

söyleyemediklerimiz
yani
savunmamız

gömmek istediğimiz acılarımız -daha çok-

altını renkli kalemle çizdiğimiz hatalarımız
-ders almak deyimi
ilkokulda çekilen kulaklarımızın arkasında-

şaraba katılan gazoz da dahil
ne varsa inceltici
-yasak-
kan akışı önem arz eder ameliyat sırasında

işine karışmak gibi olmasın ama
bence oradan kesmemelisin doktor
yaraya ulaşmak mümkün olsaydı neşterle
sakız tarih olurdu para üstlerinde

ben bunu böyle söyledim de
ne olur alınma
biliyorum
mesleki deformasyon benim ilgi alanım dışında
söyleyemediklerim
ve acılarım var esasında

yani savunmam

kime karşı olduğu ne anlam ifade eder
-ifade etmek-
ne kadar da ironik değil mi
savunma kelimesinin altında

bırak elinden şu kitabı
pavyonlar sabaha kadar açık
hem neşter
bir konsomatrisin tenini yurt bellemişse
hipokrat'ın sol dörtte intihaplanan dişi
belli ki çekilmeli

sonra berbat bir gecenin ortasında
yüz metrede dünya rekoru kıracaktım
hem de tepeden tırnağa batmışken boka
haydi durma
alkışla
bu başarı hepimizin

üzüm bağında
hallac el mansur'dan bahsederken
tutuldu dili arkadaşımın
yani
bilirim zor mevzular bunlar

ve ayrıca

sen zahmet etme
ben kaparım ışıkları.



Çağdaş Ünbal

22 Aralık 2013 Pazar

Çölde Nöbetçi Aktar Arayanlara.


kuşları
çiçekleri
gökyüzünü
tabiat ananın rengarenk fistanını
ve ne varsa güzele dair
-yok say

işte o zaman
seni anlatmanın telaşına girişmek
başlı başına sevgi ifadesidir

ve uğrayıp aktara
bir tutam tarçın aldığım zaman
biliyorum ki
bu seni seviyorum demenin
en okkalı söylenişidir

varsın olmasın
kuşlar
çiçekler
gökyüzü
-tabiat anayı çıplak düşünmek biraz da-
ne varsa güzele dair
varsın olmasın

cennet'e yüz çeviren Adem
Havva'sını ararken çöllerde
bir kez aklına gelmiş midir
cennet bahçeleri
o bütün güzellikler
işte orada dur!
bu seni seviyorum demenin
en çöl halidir

çöl bana uzak
aktar yol üzeri
anla ne olur;

-bir tutam tarçın alabilir miyim?



Çağdaş Ünbal

20 Aralık 2013 Cuma

İçlenme.


üç yaşındayım belediyenin toplu sünnet organizasyonu var. fakat elde avuçta yok yanisi belediye yine başrolde, giriyoruz sıraya. dedem de orada tabi. hani çocuksun adam şeker meker aldı mı ondan kralı yok. neyse efendim sıra beklerken dedem yanındaki şahıslara ben bi namaz kılıp geleyim deyip ayrılıyor. o dönemlerde babamın kıvrak arkadaşı "bi dakka ahmet" kıvraklığını konuşturup beni içeri aldırıyor. tabi ki bunları hatırlamıyorum ben, sonradan oradan buradan duyduklarım. fakat dede diye bağırdığımı çok net hatırlıyorum. üç yaşındayım ve belli ki dedemden medet ummuşum. kaldık mı öyle.

sanıyorum ilkokula gidiyorum ki o dönemler yazları köyde kalıyorum. okul tatile girer girmez köye, haliyle okul açılmadan bir hafta evvel eve. babam belediyede çalışıyordu. belediye yazları çalışanlarını üç-dört günlük antalya tatiline gönderiyordu. yani gönderiyordu dediysem öyle değil. bi 302 tahsis ediyor plajda bi şekilde yatılıyor işte sonra deli gibi güneş yanıklarıyla geri dönülüyor. güzel olay. babam köyü arayıp çağdaşı gece yola çıkarın köyden geçerken alalım diyor. göt tavan tabi. hazırlık mı? don la işte başka ne olacak. gece dedem beni köyün üstünden geçen antalya yoluna çıkarıyor. gece de bi soğuk, bekle ki otobüs gelsin. bir zaman sonra uyku da bastırınca dedeme "amını eşşek siksin antalyanın dede kalk gidelim" demişim. bunu dedem anlatırdı, gülüşürdük.

çok saçımı kesmişliği vardır. oturturdu sandalyeye. ulan arkadaş makinede bana düşman saçı bi çekiyor ki sorma, ağlardım. çocuğuz tabi kalbini kırmışlığım da var. keşke demeseydim. bir süre küstü bana, kaldık mı öyle.

kötü bir adam değildi. çok acı çekti. evlat acısı nedir ben bilmem, o bilirdi. iyi adamdı. geçen sene bu vakitler eyvallah dedi bizlere. kaldık mı öyle.

tek damla gözyaşı dökmedim. bi ara hastanede cenaze işlemleri ile uğraşırken aklıma "var git ölüm bir zamanda yine gel" dizesi olan türkü gelince gözüm dolduysa da ağlamadım. her aşamasında bire bir bulundum cenazenin. soğuk bir aralık öğleni eşeledik toprağı. koyduk içine nefes almayan dedemi, dedik eyvallah. biliyorum bunlar içimin özeli fakat bir süredir fark ediyorum ki ben içe ağlıyormuşum. durup durup dedem aklıma geliyor. arardı sorardı, üzülme derdi, nasip derdi. en büyük torunuydum ben. severdi beni. ben kendisini bi severdim bi sevmezdim galiba. bilmiyorum ki dengesiz adamım zaten. neyse işte kaldık mı öyle.

şimdilerde aklım fikrim ölümde. gerçi ne zaman değildi ki. dedem geliyor aklıma. sonra gidiyor. annem de çok üzülüyor, biliyorum. neyse işte. insan arşivinde çok hatıra saklıyor, çok yüz, çok insan.. bundan bence bütün küfürler. kalabalığız çünkü. ve acımız çok.

insan, içinden geçen insanların ayak izlerini silemiyor maalesef. kalıyoruz öyle.

18 Aralık 2013 Çarşamba

Sen Bendir Çalarken Benim Düşlediğimdir.


sen gülerken
ki güneş sırtımıza yüklenmişse hafiften
göz göze geliyoruz ya
trafosu patlıyor gönlümün
bahanesi oluyorum içimdeki çocuğun
-elektrikler kesikti öğretmenim-
çalışamadım payıma düşen şiirde
şair bozuntusunun trafo ile neyi kastettiğini
-otur, sıfır
hah aynen böyle işte
sessizce geçiyorum yerime
ne olur bakma öyle

geceler boyunca 
bahçesinde limon ağaçları olan evleri düşlüyorum
bilmem nasıl kokarlar
dalına uzanınca insan
rüzgâr eser mi deniz tarafından
hadi bunları geçtim say
ya ansızın uğraman sokağımıza
ne yapsak da bülbülü aşka getirsek
şenlendirsek kulağını, bilemedim
elim ayağıma dolaşıyor
uğrama ansızın sokağıma
bülbül katili yapma beni gözün öpeyim

sonra kulağıma çarpar 
teknik bir mesele olan titreşimden doğan ismim
deme
bu kadarını kaldıramayabilir 
bülbüle kastetmiş kalbim

mümkünse eğer
uyandır beni bir sabah
uyanmamak için yattığım uykudan
şaşırıp kalayım
sigaraya uzanmayı alışkanlık edinmiş elim
bi gün yüzü görsün
kaynasın çatlamış yanları
ısınsınlar biraz
mümkünse eğer
beni biraz sev demeye getiriyorum, anla
çünkü böylesi haşa
allah'la ilişkime benziyor birazda 

ne olur anla leyla
ya tut ucundan birlikte taşıyalım şu suları
ya mermiyi sür silaha
bülbülse bülbüllüğünü bilsin
susamış gibi ötüyor kana.



Çağdaş Ünbal

15 Aralık 2013 Pazar

Teşhis Konulamayan Hastalara.


nasıl bir kepazeliktir ki bu
yatmışım gecenin orta yerine, üryan
yüklemişken yükünü kervan
yıldızlardan yol soran-bedbaht olsun, inan

uyumamışlığımın ortasında gördüğüm yüzün
noksanlarını toplasam sen etmekte
and olsun uyumuyorum
sigara uluyorum vakte
hangi sabaha kalkacaksan
o sabahı düşlüyorum
-deniz ılıyor-

göz bebeklerimde kokuyor
şehrin biriktiği çöp misali ömrüm
bir bakıver temizleneyim, abdeste dursun anam
yoksa uykusunda ölmeye devam edecek
masal dinlemeden uykuya dalan kadınlar gibi
masal anlatmadan uykuya dalan bir adam

ve beni affetme
sabaha çıkaracak umut kalmadı,
ömre yetecek masal
ve allahı ikna edecek temiz yanım kalmadı

çiçeklerle iyi geçinmenin
hafifletici sebep sayılmadığı şu zor zamanlarda
masal anlatan güzel adamlar
toprak altında kök salmakta, biliyorum
ve inanıyorum
çiçek, çiçek olmaktan çok öte

beni affetme.


Çağdaş Ünbal

8 Aralık 2013 Pazar

Balkonsuz Çiçeklere Hasret


ne de güzel açardın akşamlarıma
türlü kokular 
ve renk renk 
kıskanırdı meyveye gebe dalın çiçeği
sen diyorum
ne güzel kokardın sabahlarıma
aynalar gereksizdi
rüyalar fuzuli

uyumadan düş görmenin ustası
ben
elimde sonradan bozma bir kehribar 
voltayı yol edinmişim
ki bu
ah ünleminin
-hep suda olacak değil ya-
güneşteki yansıması

şimdi süzülse balkona bakışım
geride bıraktıklarım adına yemin ediyorum ki
bir çiçeği kokarken düşleyebilirim 
çatlayabilir akvaryum
ölmeyi özgürlük sayabilir bir lepistes 
sırası değil biliyorum
fakat
ne çok istiyorum toprağa sarılıp uyumayı.



Çağdaş Ünbal



5 Aralık 2013 Perşembe

Seyreltilmiş Duygular Üzerine


ki
şiir asardı kanadına serçeler
yağmurlu bir sabah
düşerdi çatımızdan
şiirle yontulmuş damlalar

evveli o güzel atlar ile gitmekteydiler
şimdi
pencere kenarına kesilmiş biletleri
sımsıkı ellerinde
ve terli
ve eksik hüznünden geride bırakmanın

çiğ düşmüş çimenler olmasa
her yer kerbela kuşlara
ve aslında güneş
tene ısı kaynağı yalnızca

bu bir şiir değil
yakarış daha fazla
susuz kalmanın edebiyatı olmaz bana kalırsa.



Çağdaş Ünbal

1 Aralık 2013 Pazar

Yemişin Hüznü.

                                                                                                   sevmem, netameli aydır.



bu
dalda kalmış yemişin hüznüdür
eksiksiz bir bahardan sonra
kışa kapısını açarken belde
eğer halen oradaysa bir çift yemiş
ki göçmen kuşlar yuvalamışlarsa sıcağa
evet doğrudur,
bu onun hüznüdür.

ben tarihin surları yıktığı kentlerde
cami avlularına bakan çay bahçelerini mesken ediniyorum
bu, salayı etkin kılıyor
kaybetmenin esrarını yüzüne vuruyor insanın
tarih ölüleri unutturamaz diyorum
çay,
dalda kalmış iki yemiş gibi
üşüyor.

insan neden tütün basar ağzına sabahın kör saatlerinde
kimse gitmek istemezken
yol neden vardır
hüzün neden gelir de konar dalına yemişin
bilmek istiyorum
çünkü hüznün kaynağı durmayacak, biliyorum
boynunu eğmiş bir güle benzeyeceğiz gün geçtikçe
ve bülbül
sıkılacak solan renklerimizden

dünyaya kapı aralığından bakan insanlarız
bu hüzün,
bizim cebimizden taşar ağbiler.



Çağdaş Ünbal

28 Kasım 2013 Perşembe

Ardından.


ayfer,
elif gitti

kurumuş göllerim vardı
şimdi çöllere sahibim

yitip gitti
katlanılabilirliği kalmadı hayatın
soldu çiçekleri
Rumi'nin gül bahçelerinin
benim göğsümün orta yerine saplanmış
bir dal karanfil
gül bahçelerine oldukça uzağım

bir yol olup gitti
yol kenarında tezgah açan ne düşünür
şimdi bildim
bildim hızla akmasını yolun
sabit durmayı ayfer
uğramamasını kimsenin -bildim-

rüzgâr duruldu
yanaşabilir takalar rıhtıma
sezon bereketli olsun
artık bütün balıklar ölü gözle bakacaklar
gördüm
gördüm çekilmesini canın tenden
çıkarılmak neymiş sudan -bildim-

zigonun bir ayağı kırılmıştı
yapıştırmıştım bi güzel
halen sallanır
şimdi bildim ayfer
ne demekmiş bir kez kırılmak.

elif gitti.



Çağdaş Ünbal



24 Kasım 2013 Pazar

Kanayan Gök Gördüm Düşümde


ayfer'e


hangi bulut gölgeler yüzünü
ikindi güneşini sıyırır gözlerinden
ve hangi rüzgârdır ki
kokunu çalıp
esirger benden

gelmeyeceksin, biliyorum
çayı fazla bekletmem artık
yine de
akşam üstlerini seninle eylerim 
ki akşam üstleri
zemherisidir aşk mevsimlerinin

senden uzakta aşk şiiri kurmak
sıcak ülkelere ulaşması değil göçmen kuşların
kanat çırptıkça azalması sayılarının
yağmur değdikçe kırılması kanatlarının

ve elbet hasret
en çok da akşam üstleri öpüp başına koyduğu
muskasıdır şair bozuntusunun, bilirsin

yüzünü güneşe dönsen
kör öleceğim.


Çağdaş Ünbal

Fikirden Öte Yolcu


bir yol var, biliyorum
fikirden öte
-misal-i kırlangıç
yağmura yenik düşen kanatların altında-

Kabil'in rolünü yazan
Habil'e saflık bahşetmiş
ve biz
günlerin cenderesinde kaybettikçe
o eşsiz kokuyu
ve evet
Kabil bizim göbek adımız

İbrahim'in ateşi
bizim ormanımızdan beslendi,
çöl biziz
su uzağımızda
ve
tezgâhımız elmalarla dolu cennet boşaltan

böylece yırttık mağara önünde ağlarını örümceğin
kirlettik bahşedilmiş ne varsa

biliyorum, bir yol var
öte fikirden
kırlangıç misal
dökülür gibi gökyüzünden

Havva en çok Adem'e uzak
Adem, soyuna
yiten ne ise asırlarca
anca varabildik
leş dolu bedeninde güller yeşerten
toprağın hizasına


Çağdaş Ünbal

17 Kasım 2013 Pazar

Serçeler Üzerine


sana cennet muştulayan serçeler
neredeler?

farzet ki
su birikintisiydim asfaltta
-elbet yağmur sonrası-
ve üstelik
mesaiye yetişmeye çalışan bir memurun
kırkiki numara yürek sıkıntısı değdi orta yerime

suyun aciz kaldığı kirlere sahiptim ya
değmedi bir serçenin
muştu kokan gagası

işte öyle,
öyle kaldım
yol ortasında.


Çağdaş Ünbal

11 Kasım 2013 Pazartesi

Kelebeğin İntiharı


                                                                              "yeşil reçete sahiplerine"


bir avucuma beş ceviz sığıyor

sabahları işe giderken mesela
kaldırımdaki köpeklerle üşümek işime gelmiyor

nar tanesi demiştim bir şiirde
hani kabuğunun dışında kalan
sonra geldi de aklıma
kabuk da üzülmüştür 
sezdirmeden içindekilere
kızılca süzülmüştür 

bir avucuma bir nar sığıyor

akşamları eve dönerken mesela
yalnızlığımı getirmek aklıma 
hiç işime gelmiyor

bir avucuma iki hayat sığmıyor

sırf bu yüzden
ezanı enstrümantal dinlemek gibi
-seladan bağımsız-
bir başıma geçen günler
mandalina kabuğunda söndürülmüş sigaranın
hususi anlamları varsa eğer
evet burası orası
senden çok uzakta

kelebek için
intihar nedenidir sığdıramamak,
eksik kalması hayatın

ben pazara gidiyorum
bir kilo mandalina az geliyor satıcıya
yalnızlığıma yorup
para üstünü beklemeden uzaklaşıyorum

berber aynalarında asık yüzümü seyrediyorum
sohbette bahsi geçen stoperin izini
kaval kemiğimde arıyorum
-elbet stadyumlardan bağımsız-

erteliyorum sancıyı
mandalina kabuklarında sigara çoğaltıyorum
şiir yazıyorum
kanıksıyorum,
uzun diye ömrüm
saklanıyorum kozaya benzettiğim odama

yağmur sonrası su birikintisi değilmişim gibi asfaltta
acımıyor gibi yaparak parmak uçlarım

sırf elim sığıyor diye cebime
utanmadan yaşıyorum.


Çağdaş Ünbal


4 Kasım 2013 Pazartesi

Ayva ve Yalnızlık Üzerine İçsel Yolculuk


sana bu şiiri
karanlık bir odadan yazıyorum
ve migrene
daha migren ismi konulmadı
apranax dediğin
denenmedi part-time çalışan fareler üzerinde

sahi sevgilim
bir ayva neden fazla gelir adama?

sana bu şiiri
balkonumda yazmak isterdim
ikindi güneşiyle sarmaş dolaş
ve güneşe dönerek yüzlerini
kalplerini aydınlatan yezidiler gibi
ki daha o zamanlar
allah karar vermemiş adem'in akıbetine
zülfikar ham demir kırklar meclisinde

sahi sevgilim
bir ayva neden getirir aklına bunları adamın?

getiriyor işte
adam ayvayı bir başına bitiremeyince
yalnızlığından çıkıyor yola
ve ben biliyorum
yalnızlıktan çıkılan yollar
seyyah oluyor
sana varmayan

neden
bir ayva
haddinden fazla
gelir adama?


Çağdaş Ünbal

3 Kasım 2013 Pazar

Gün Dökümü


zamanın içini doldurur gibi ölülerle
geçiriyoruz kancasını günlerin birbirine

çürüyoruz
nar misali
hayata temas ettiğimiz yerden


Çağdaş Ünbal

30 Ekim 2013 Çarşamba

Ölüm Üzerine Ömürle Söyleşi


giriverdi,
bir gece yarısı
ansızın aklıma;
mor elbisesi ütüsüz
saçları belinde
fiyakası, yüzümün vestiyerinde asılı bir ölüm fikri.

baktım
yerli yerinde kitaplar
okunmayı bekliyorlar,
ceviz koymuş annem bavuluma
daha çatlamamış bir ucundan
ayrılmamış iki yana

sigarayı ateşe verip yokladım
kaldırımda soluklanan ömrümü

hırıltısı burnumun direklerine asıldı kaldı

bir kış daha
bir kış daha.



Çağdaş Ünbal


27 Ekim 2013 Pazar

Akortsuz Gurbet


bozkırın rüzgârını yüklemişsen sırtına
ve durmuşsa tren
denize uzak bir ilçesinde izmirin
-suda taş sektirenler beri dursun-


Çağdaş Ünbal

22 Ekim 2013 Salı

Ah'lar Ağacının Dibi


didem'in
aynaya bakmadan saçını kestiği yaz
kışın sert geçeceğini hissetmiştik
üstelik yalnızdık balkonda
kabuğun dışında kalmış
nar tanesi gibi

ve ancak şiir çatlatabilirdi
nar tanesi için
nar'ı.


Çağdaş Ünbal

15 Ekim 2013 Salı

Zifir 10 mg


ateşi gür hıdırellez
şah damarıma nakşedilmiş mayın
kalanlar ölebilir.

muska yazmak buralarda şiire denk
ki
kim almışsa nasibini dünya denen illetten
ikindi namazına müteakip
gömebilir kendini kendine

sen sakıncasız ilmihaller taşı
böylesi gözlerine perde
yoksa kim ister solusun bu kepazeliği

insan bulur bir yolunu
alnını güneşe doğrultmanın
vernik atölyesine vahiy inerse şaşırma
çünkü inanıyorlar ötelerde susana

bana ihtimaller ver

buralarda infilak çok şeye denk.


Çağdaş Ünbal

7 Ekim 2013 Pazartesi

Merhaba Ben Kürsiyyühüssemavati


Sokağa çıktım. Zira evde onunla karşılaşma ihtimalimiz mantık sınırlarını resmeden bir kıvırcıktı. Sokakta ihtimal oranı milyonda bir bile olsa ihtimaldi ki bu hakkımı sonuna kadar kullanabileceğimi iyi biliyordum. Aslında evde yada sokakta ayırt etmeden sürekli sıkılıyordum. Evdeki sıkıntı belirtileri sık sık çay demleme, şarap şişesine gününü gösterme ve bu arada mütemadiyen sigara içme şeklinde zuhur etmekte. Dışarıda sıkıldığımı başımı öne eğerek belli ediyorum. Bu şekilde de onu görme ihtimalim değer kaybediyor. Değer kaybına hız vermek isteyen kişilik bölünmesinden doğan yeni kişilik hangi sokaktan yürüyeceğimi soruyor. El kaldırıp kendine söz verilmesi halinde soru sorabileceğini söyleyerek kendisini bertaraf etsem de haklı piç. Zira ben manavın önünden geçerken o taze kavrulmuş leblebi kokusunu yırtarak kuruyemişcinin önünden geçiyor olabilir. Daha da gıcık oluyorum ukala piçe. Haklı tabi ki ama evde durduğumda ihtimalin aldığı durumu resim sanatıyla birleştirip Bob Ross'a kıvırcık diyerek ikinci cümlede yeterince açığa vurdum. Küçük yerleşimlerin canını seveyim. Evlerinin önünde dolaş, çeşme başına bak olmadı sınırları zorla kahveye bak muhakkak aradığını bulursun. Kızı niye kahvede arıyorsun diyen ukala piçe cevap vermeden bastım sigarayı dudaklarıma. Bu şekilde sabaha kadar dolaşabilirim. Ancak hava durumu buna müsade etmeli. Kardeş demeli sen takıl, ara ne arıyorsan. Fakat ne kardeşi adam gavura üfürür gibi basıyor yeli. Bir seçim yapıp girip bir yerlerde oturayım desen. Aslında fena fikir de değil; sen şehrin ortasına yerleştirilmiş ama ampulü takılmamış direk gibi dururken önünden geçmesini beklemek. Gülüyor ukala piç. Eve gitmeye karar veriyorum. Yetmiş dört basamağın elli yedisinde küfür ediyorum. Temiz adımlarla bastığım on yedi sayısı dua etsin ki onu ilk gördüğümde ayın on yedisi saat onyedi sularıydı.

Koltuğa bırakıyorum kendimi. Keşke şu ukala piçi de kapıda bırakabilseydim diye düşünüyorum elbet beni duyduğunu bilerek. Televizyonda istikrar abidesi olarak sürdürdüğüm flaşh alışkanlığımı bozmadan flaşh tv yi açıyorum. Halay ile oyun havası karışımı muhteşem sunumu izlerken sigara içme ihtiyacı hasıl oluyor nedense. Herifler yüzünden geberip gidecem haberleri yok. Beşinci cümlede bahsettiğim şekilde geceyi tamamlayıp uyuyorum.

Nasıl uyandığımı inanın tasvir edemiyorum. Rüyamda o malum kanalda başkentimizin yüzde ellisini a harfinin oluşturduğu güzel ismiyle anılan şarkıcının programına konuk olmuştum. Bu kadar olsa yine iyi. Yüzde ellisini a harfinin oluşturmadığı başkentimizin bağları ve yollarını konu alan anadolu cazına döner bıçağıyla saldırdığını düşündüğüm eserde mağrur bir tavırla halaya yön vermekteydim. Halk oyunlarını sentezlediğime mi yanayım yoksa halay başı oluşuma mı? Bu nasıl rüya lan? Hemen sigaraya uzandım. Siktirrrrrr paket boş. Anlaşılan çok boktan bir gün geçirecektim ve bu kadarı sadece fragmandı, bunu ukala piçin gülüşünden anladım. Bu psikolojiyle evden çıkarken muhtemelen ukala piçin başka bir işle uğraştığı sırada aklıma dua okumak geldi. Bak bu konu oldukça geniştir. Dua dedin mi çeşit çeşit. Bana karışım gerekti. Üç beş dakika oyalanıp düşünme payı bıraktım kendime. Sonunda ayetel kürsi'nin bu iş için biçilmiş kaftan olduğuna karar verdim. İsimlerini bilmek duayı da bileceğim anlamına gelmez tabi ki. Ama allah'tan internet denen akıl almaz olguyu telefonlara bulaştırdılar ya içim rahattı. Önümde kendimi bırakabileceğim yetmiş dört merdiven ve artık ne kadar okunabilirse o kadar ayetel kürsi vardı. Apartmanın kapısına vardığımda dört buçuk ayetel kürsi olmuştu. Ukala piçin sessiz kalmasından cesaret alarak müthiş bir gazla dört buçuğu beşe tamamlamaya karar verdim. Apartmanın kapısından adımımı atarken tam olarak kürsiyyühüssemavati kelimesine denk gelmiştim. Malum telefonun ekranından allah ne verdiyse artık. Kapının ağzında küs kül kür kürsiiiy diyerek çıkarken kafamı kaldırdım. Anlamsız gözlerle bana bakıyordu. O an allaha bu eşşiz duanın kapsayıcılığı için dua edip ve zamanlama ile ilgili problemler için dua düşünürken bir anda ukala piçin dilime yaptığı baskı sonuç verdi. Ve ne zamandır karşılaşmayı hayal ettiğim kıza ilk ve son kelimemi sundum; -selamünaleyküm.


Çağdaş Ünbal

5 Ekim 2013 Cumartesi

Zamanla İlgili Problemimiz Akrep ile Yelkovandan Bağımsız


şarap içip
ölüleri düşüneceğim bu akşam
affet allah'ım
başka türlüsü
mayına zamansız basmış çocuğun çığlığını andıracaktı

"zamansız"
allah'ım ne olur
bir açıklama getir bu kelimeye
her şey zamansız gelirken bana
bir ışık
bir tufan
nuh'un gemisinde bir orangutan, fark etmez

adem'i zamansız kavuşturduysan havva'ya
kabil'in elindeki taş
nicedir göğsümüzün orta yerinde durmakta, fark et!

zamansız iktidara gelmiş veliaht
iktidarsız padişahın çocuğu
ve daralan ülke sınırları
ilkokul müfredatına oldukça c4

sokaktaki kalabalık mı zamansız
patlayıcı mı plastik
senin için "kün"
üzümün ezilmesi "kul"

kul demişken
çok kalabalığız
ve biliyorsun yolumuzdan sapmaktayız zamansız
şarap içip
ölüleri düşünmekteyiz mesela

affet
zamansız big bang


Çağdaş Ünbal


30 Eylül 2013 Pazartesi

Özet



bir hicaz taksimi kalır
giderken papuçlarının
çıkardığı sesten
                         g
                          e
                           r
                            i
                             y
                              e.



Çağdaş Ünbal

27 Eylül 2013 Cuma

İntihara Meyilli Şiir Beş


irtifa kaybeden
kırlangıçlardan sor beni
kan hıraş gecelerden
ve mevsim döngülerinden
elbette bağımsız

ölen sokak köpeğinin gözünde
tanrıyı görmüştüm
vakit gece ar-sızıydı
kayboldu hükmü insaniyetin
var olandan sor beni

sigarayı ulamıştım sigaraya
rezil rüsvaydı günler, hatırla
solan tüm fesleğenler adına
sağ kalan kokulardan sor beni

ormanı bir kuşun gözünden gör
ne kadar da kalabalık
muhabbetle ilet;
allahım bu organizasyon
utandırıyor acizi
al elinden mevsimlerini

sonra uzak bir şehrin gar saatini düşünmüştük
akrep ile yelkovan arası örümcek ağlarına dokunmadan
-bu sebepten miydi
bir babanın mutluluğa yetişememesi-
makinistin saati ölüme kaç kalmıştı acaba
bütün cevaplar geç kalmıştı
acele et biraz

tavşan dağla barışmış mıdır
dağın halen haberi yok mudur bu küslükten
ölen atlar dirilmeyecek midir sonraki baharda
-giden dönmemeye meyilli- deme
kırılır kaval kemiği çobanın
şair sustuğuyla kalır

daha ne desindir

gömülmeyi hak edecek kadar
soğuk, sessiz
ve
ölüdür.


Çağdaş Ünbal

22 Eylül 2013 Pazar

Altıpastan Çerçeveyi Bulamamış Şairden Kelepir Şiir


sonbahar..

önemsemiş
sıkı sıkı sarılmıştık
rüzgarla gittiler, ürperdik
ki böyle durumlarda insan
ya anıları alıyor omuzlarına
ya umutsuz şairin dizelerini kucağına
-ısıtmayacağını bile bile-

sonbaharda düşen ilk yaprak
tüm kış sancıtıyor dalı
oturup bir sigara yakamadığından
döküyor tüm yapraklarını

sonra tüm içkiler biraz hafif
anılar oldukça diri
ve şiir
umutsuz

bahar..

çatladığında tomurcuk
yani bedeninde açıldığında türlü renkte yara
aslında
sonbahara varmak için çıkılıyor yola

kış..

yaprak dökümü
ağaçların intihar teşebbüsü olsa gerek.


Çağdaş Ünbal

18 Eylül 2013 Çarşamba

Gökyüzü Gözlerinde Esir


sokaklar boyu
rastlaşamadığım

ses tellerinde titreşen ismim
kulağımın çok ötesinde

sevmeleri noksanım, kadınım
gözlerinde gökyüzü ağarır
mevsimlerden kışa benzersin
sokağım zemheri ayazı

yanan sigaramın külü uzak
ateşi dudağımda
dumanla dolu ciğerim
senin ellerinde bir orman doğurur

ağzımda yokluğun çürür
yüreğim boşalır inceden
sevmeleri hasretim
yıldızların seyrindesin
ki yolunu kaybetmiş yıldızlar
yönünü seninle bulur

sokaklar boyu
rastlaşamadığım

bileği kırılmış bir rüzgar gibiyim
durma
kuytularını göster.


Çağdaş Ünbal





14 Eylül 2013 Cumartesi

Kalanın Ayaları Kanar.


biliyorum
bu şehre bir istasyon gerek
ve kar yağmayan gurbet
en kepaze biçimidir hayatın

rayları ben örerim, gitme
af dileyip hemen dönerim
ses hızını aşmakta şiir
gitme diyorsam
kar yağacağına inancımdan, gitme

Neşet öldü öleli
detone oluyor tüm imamlar
ve ezan
susan şaire selayı hatırlatıyor
biliyorsun bunun meali açık
gitme diyorsam
bu ölüme beş kaldığından

istasyona kar yağar
tren rötar yapar
ve gidince sen
çatlamış bir at gibi kokar sonbahar

artık intihar eden
tüm annelerin sorumlusu sensin

ben dururum gün boyunca
tek bacağı kırık bir sandalye üzerinde
sıratla benzerliği dengede
oysa bir anne
ki cennetin daimi temsilcisi olduğu halde
nasıl yürür sırat denen köprü üzerinde

gitme diyorsam
annesinin cennette beklediğine inanan çocukların
gözlerine
duman
çökeceğinden.


Çağdaş Ünbal

10 Eylül 2013 Salı

Bulut Olanlara.


ve söylemedik birbirimize
öldüğünü Ahmet'in

insanlığın batmakta olduğu çamur
üstü tozlanmış bir ahite kazınmıştı

öğle paydosları
çay saatleri
mütemadiyen kuluçkada kumru

sustuk
söyleyemedik öldüğünü Ahmet'in
bahsi açılmadı kararan yüreklerimizin

daksil ile sildiler mavi kimliklerin üzerini
değişmedi sömürünün olağan akışı
isimlerin üzeri beyazdı
gökyüzünde bulut nasıl durursa, öyle

sustuk
bahsini açmaya korktuk
ölenlerin
yirmili yaşlarda olduğunu.


Çağdaş Ünbal

9 Eylül 2013 Pazartesi

Sessiz Cinayetler Bir: Hakan'ın Rüyası


Sokak her akşamüstü olduğu gibiydi. Köpekler aralarında gizli bir anlaşma varmış gibi aynı halde serilmişler kaldırıma ve esnaf. Aralarından sessizce yürüdü. Bakkala girdiğinde silik bir iyi günler yetiyordu. Poşete konulan bir ekmek ve sigara, arkasından gelen bir lira kırk kuruş Hakan'ın market fedaisi ile senelerdir koruduğu sözleşmeydi sanki. Apartmanın kapısı her zaman olduğu gibi omuz darbesine sebebiyet verdi. Merdiven başlangıcında dairesine kadar sayma isteğiyle rakamları sıralıyordu. Hiç bir zaman dairesine ulaşamadı. Bir keresinde üç'de bırakmıştı. Yine yeltendi. Sekiz'de kalakaldı.

Eve girdi, poşeti çekyatın üzerine bıraktı. Üzerini değiştirip bir sigara ateşledi. Televizyonu açmaya mı üşendiğinden mi aradığını bulamadığından mı bilinmez ama hiç uzanmadı kumandaya. Sigaranın küllüğe olan aşkı sonlandığında Hakan'ın uyuklaması uykuya dönüştü.

Uyandığında saat sekizdi. Mutfak mesaisini hızla bitirdi. Ne vardı ki ekmek arasına domates peynir koymanın. Televizyonu açmadan yedi ekmeğini. Çay suyunun kaynadığını hissetti. Bu öyle bir histi ki Hakan'ı defalarca yerinden kaldırırdı. Mutfağa giderken apartman boşluğundan gelen ses ile irkildi. Bu sesi nerde olsa tanırdı. Bu ses kemerin insan bedeninde çıkardığı sesten başkası değildi. Hakan bedenine yaklaşan bu pratik buluşun çıkardığı sesi çok iyi bilirdi. Bağırmayı engellemek için sustuğunda kulakları senin bütünüyle dolar, dünya kirlenirdi. Çayı unuttu. Bir süre daha dinledi sesleri. Aynadaki yansımasını görünce irkildi. Bir tavşanın kurşun değince minik bedenine nasıl dağılırsa öyle.

Mutfağa yöneldi. Çay olacakları bilir gibi fokurdarken bıçağı kapıp apartman merdivenlerine attı kendini. Sesin geldiği kapının önünde bir süre bekledi. İçerisi karnaval yerinde bomba ihbarı yapılmış gibiydi. Çocukların sesleri kurtarılmayı bekleyen kimsesiz çocuklardan başkası ile tasvir edilemezdi.
Hakan zile uzandı.

Kapının açılması ile gözün görme aralığında maktulün bedeninde dört bıçak yarası oluştu. Hızla yukarı çıkıp, kapıyı sessizce kapadı. Çayını içip uykuya daldığında apartman polis kaynıyordu. Merdiven sayısını bilse belki oranlayabilirdi. Rüyasında merdivenleri sayarken maktulün kapısında durduğunu gördü. Nede olsa bu ilk cinayetiydi. Yastığın soğuk yüzünü çevirdi Hakan. Karanlık olmayan bir geceydi.

Uyandığında hava daha aydınlanmamıştı. Sigarasını yakarken gördüğü rüyanın iğrençliğini düşündü. İğrenç olan maktulün kendisi mi yoksa yaptıkları mı, bunu tuvalette düşünmeyi tercih etti. 

Evden çıkarken rutin kontrollerini yaptı. Tüp kapalıydı, pencereler örtük, telefonu cebinde, sigarası da. Ve evet her şey yolundaydı. Merdivenleri inerken kalabalık bir meydanda buğday tanesine ilerleyen güvercin tedirginliği yaşıyordu. Yaşıyordu ki üçüncü kata geldiğinde kapı açıldı. Maktul ütüsüz pantolonunun paçalarını düzelterek merdivenleri inmeye başladı. Hakan bakakaldı. Bakakalış merdivenden inişini durdurmamıştı. Maktul merdivenlerden inerken poşetin acizliğiyle yeri kirletmiş çöp suyunu görünce hırıltıyla 'hayvanlar' dedi. Hakan bu sözcüğü çok yakınında hissetti. Maktulün sırtına öyle bir tekme attı ki karşı duvarda maktulün kanıyla çizilmiş portresini görebilirdiniz. Hayvanlar, hayvanlar, hayvan. Uyandı.

Kapı gürültüyle vuruluyordu. Gelen polisti. Demek ki cinayet sesliydi. Yatakta doğruldu Hakan. Sigara yaktı. Polisin gitmeye niyeti yoktu. Hakan'ın da teslim olmaya.

Hangisinin rüya hangisinin gerçek olduğu Hakan'ın hangisini daha çok istediğiyle alakalı değildi.  


Çağdaş Ünbal

8 Eylül 2013 Pazar

Lili'nin Bıraktığı Yerden

                                                                                              
                                                                                  'rüzgarın getirdiği sesin tercümesi'

kervanlara saldırırdı yıldızlar
hallaç eder, savururdu
o zamanlar öyleydi
ince hastalığa sürüklerdi adamı, sevdalar.

biz ölümleri takvimize ettik
en beğendiğimiz vakit akşamüstüydü 
sevdalar 
kavaklar boyu polen
herkeste bir alerjik akut.

orospular süpürüyor kaldırımları
saat sabahın dördü
Burçak'ın uykuları kaçmış
yayın evleri kapalı
bunları ben rüyamda görüyorum
görmek fiiline şaşarak.

-kokulu mum almak
platonik sevdalardan-

lili öldü
sevdiği adam kendini öldürdü

şiiri astılar sokak lambasına
ve deklare ettiler orospuları
kirlendi sokaklar 
azdı alerjisi insanlığın

artık turna katarlarını cebinde taşıyor Mecnun
çöl sit alanı
balkonda kuluçkada kumru
vakit akşamüstünden hemen sonra

öldü lili
mecnun sahafta bir kitap arasında
üstelik alerjisi var toza
günde bir doz aerıus

ve aslında uyurken biz
gömüyoruz geride kalan günü
sabaha yırtılıyor kutsal bakireliğimiz
ağlamak temizlemiyor malesef yaşanacak günü

kırmızı kuşaklı sevdalar
yıldızların kırdığı kervanlar artık yoklar
bizler çanak tuttuk kaçakçılığına sevdalaşmaların
mecnunu gömdük yanan sahafta

lili kendini öldürdü
üstelik geçmişken seksenbeşini
orospular hamamı kapatıp
felekten tövbeler çalmaktaydılar

şiiri örttüm kumrunun üstüne
elimde kalan sevdayı koyarken altına
artık başının çaresine bakmalı
mum satıcıları
ve tüm alerji hastaları

şakaklarına şiir mi dayarlar
kavakları mı keserler, bilemem
hiçbir şey eskisi gibi değil artık
yumurtalar boş çıkınca
kumru nasıl deşiyorsa böğrünü
uyumadan evvel kapatın tabutunuzu

çünkü sabah olduğunda
gözleriniz kusabilir
kasıklarınız bulanabilir
kaldırımlar boyu sevda cesetlerinden

üstelik sevdaya inanmışken.


Çağdaş Ünbal



5 Eylül 2013 Perşembe

Güzelleme Kırk Altı


toprakta birinci gelemedi Zirvebey
az evvel "haydi oğlum" diye bağıran baba
oğlunu dövecek
eve gidince.

iki paket sigara aldım
paketi iki buçuk liradan
demledim çayı inceden
baktım karıncalar
sarmış dört yanından şekeri
iyi dedim
bir başıma değilim

gelmeden saat on'a 
bitince paketin biri
attım şekerliği balkondan
iyi dedim
oldukça yalnızım

uyuşunca beynim belki uyurum
öfkesi diner belki babanın
sızlamakta iken oğlanın kemer değen yerleri
uyuyamaz
koyun sayma yaşı geçmiştir
ve artık at vuruyordur uykusunda
kan revandır rüyaları

sabaha kör kalkar karıncalar
ve evsiz

bir başıma yürürüm işe
ikinci paketin son dalı elimde
bir de aklıma geldikçe 
söverim Zirvebey'e

dünya diyoruz işte 
at koşar
benim ciğerim çatlar
görmez kulaklarınız. 


Çağdaş Ünbal

2 Eylül 2013 Pazartesi

Ene'l Aşk


tanıdığım bütün tanrılardan güzelsin
ve bir avuç papatya köküsün
-elbette tanrıların el ölçüsüyle-

rüzgarın gözüsün

ateşsin ateş
şuramda

kokusu burnumda bir kırlangıç mısın
                                                 belki
gözümün değdiği her yerde
gökyüzünü maviye sen boyamaktasın
güzel etmekten başka bilmiyorsun dünyayı

tanıdığım bütün tanrılardan güzelsin
ve ben
bir eve kapatıp kendimi
kutsal kitabını yazmaktayım

Mansur derisinden geçmiş
ben gerisinden.


Çağdaş Ünbal

1 Eylül 2013 Pazar

Cevapsız Mektuplar Üzerine..


rüzgar derdim tenhalardan
çaldım, arsız kulaklardan sesi
seni sevdiğimle kaldım
bir diğerinin gurbet bildiğinde

sonra o tren durduğunda
adını bilmediğim bir istasyonda
yakılması en muhtemel
kül olması yakın
bir sigara olmak isterdim dudaklarında

biliyorum
bu ter
bu kan revan akşamlar
yalnızca
cevapsız mektuplarda yazar

bilmelisin
cevapsız mektuplara sevdayı nakşetmek
dergahtan kovulan dervişin
bar fedaisi olarak ölmesine benzer

yine de
seni sevmekle kavrarım
dünya denen illetin
cevapsız mektuplardan oluştuğunu

bundandır ki
bütün aynalar soğuktur
çünkü
bütün aynalar
sıcaklığını kaybetmiş bir derviş cesedine bakmaktadır

çünkü derviş
ben misal
Allahına cevapsız mektuplar yazmıştır.


Çağdaş Ünbal

27 Ağustos 2013 Salı

Yağmurlu Bir Günde Okunsun Diye..


geçtim aranızdan
haziran sonlarında,
eteklerimde bir avuç kederle

       ve dilimde
       dünyaya başkaldırmış 
       bir dut dalı gibi şiir

siz radyo frekansları arasında
cızırtı duymuş gibi geçerken yanımdan
hüzünlendirmedi sizi
şairin gömlek cebinde kalmış
bir kaç dal sigara gibi
esmer çocuğun şiiri.

       geçtim aranızdan 
       farkınızda olmadan

geçtim dünyanın
zemin katı odalarından
karanlık
ve karanlık
güneş coğrafi terimden öteye geçememişken

geçtim aranızdan
güneşinizi engellemeden


Çağdaş Ünbal


26 Ağustos 2013 Pazartesi

Bir Günün Anatomisi


ve seni sevmekle başlıyorum güne
buluşsa da her sabah
yüzüm soğuk metalle
pencereleri bahara açıyorum
kuşlara selam verip
ıslıklıyorum yolları

ben seni sevmekle meşhurum
öğle paydosları
çay saatleri
ve mütemadiyen güneş yansımaları
                                   hep seninle.

mesela sen
nakış işliyorsan orada
yüreğim ilmik ilmik oluyor
yasemin çiçekleri dökülüyor dibime.

ve
ay ışığına asıp ceketimi
seni sevmelerimle giriyorum yatağa.

bu ne ayıp
     ne kötü
bu olsa olsa
yağmur sonrası toprak kokusu.


Çağdaş Ünbal

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Mesai Saatleri Dışına Taşan Şiir


sen ve ben dışında 
bütün kuşlar ölüler.

sevgilim
mesai saatinde bana
şiir kitabı tavsiye ettiler.

göçe durmuş kırlangıç yuvayı düşünmez
giden tren
kalan yolcuyu düşünmez
bak yaz çıkıyor kapıdan
asfalt halen sıcak
sen ve ben dışında
bütün şiirler diri.

rakıya fesleğen serpmek güzel fikirdi
sigarayı bırakmak da öyle
bir başına çıkılan akşam yürüyüşleri ise
                                     bir o kadar rezil

başka türlüsü mümkün değil
alnıma şiir doğrultmalı
tetiği belki
amatör bir şaire bırakmalı

alnıma şiir doğrultmalı
çünkü mesai saatinde bana
keder tavsiye ettiler
bilemediler
kırlangıcın kanadına düşen yağmurun
kulağıma çalınan şiir gibi ölüm getirdiğini.

hangi kutsal kitapta yazar ki
bir sabah vakti
iran ellerinde açan
yasemin çiçeğinin kokusu.

şiir tutuşturdular elime
uğuldadı kulaklarım
nefes almıyorken
duydum kokusunu yaseminlerin

bu yüzden
              şiir
                  söyledim
                           mesai
                                   saatlerinde
                                             
terledi avuç içlerim.


Çağdaş Ünbal


20 Ağustos 2013 Salı

Esintisiz Şiir


denedim, olmadı
ruh halime kılıf
bir gömlek bulunamadı.

tdk hep kalıplaştırdı
oysa biz sığdıramadık sevdamızı
dinime imanıma seviyorum ulan derken
vurduk anlatım bozukluğunun dibine

şimdi ben
işten eve dönerken
iki bira almışsam tekelden
hani cuk oturur cinsinden
bulunmuyor sözlüklerde

parçalı bulutluyum diyorum
hani ha yağdı ha yağacak
bir de dinime imanıma seviyorum
gel de yaz.

olmuyor
durmuyor haliyet i ruhiyemin üstünde

                                  salonun ortasına atmışım bir tabure
                                  ulan deli misin
                                  ne duruyorsun orta yerde
                                 "sıkılıyorum ağabey"

neşet ölmeyeydi iyiydi diyorum
bir o duvara
bir bu duvara
kalk ışıkları kapa
tdk dan çare yok
neşet öldü
yağmur yağmıyor.

bu nasıl yalnızlıktır
kokusundan durulmuyor.


Çağdaş Ünbal

18 Ağustos 2013 Pazar

Falanca Duygular İçin Söylenmiştir.

ey elimizi cebimizde esir tutan çaresizlik
karanlıklar içinde yiten mum parçası
sövgü boynumun borcu
bu ahd
bu rüya

sigarasını alnına doğrultulmuş bir silah gibi
soluksuz bırakanlar var
ve elbette kaldırım boyu ağlayanlar
bir serçe nasıl ağlarsa öyle


bu masal başka masal
garip edebiyatı vesaire
neyse işte
güzel gözlü bir kıza aşık olunca
doğurdu kibirli çaresizliğimiz, çoğaldı
altının değer kaybetmesi kimin umrunda

korsan bir kitap almışsın renksiz
karakteri tutunmuş dünyaya aşkla
senin tam tersin oysa
tüp de bitmişse üstelik evde
gökyüzünden başka dostu yok insanın

sonra kapatıp ışıkları
söversin azar azar
çaresizliğine kılıf olur sevdan
diyemezsin
susarsın usulca
ararsın karakteri gibi renkli olmayan kitaplar arasında

bazen bulamazsın
gökyüzüne açılan bir pencere.


Çağdaş Ünbal


13 Ağustos 2013 Salı

Rüyalama Kırk Üç



karşılıklı sevda
cereyan yapıyor dilimde
keder mesela
keklik kokuyor bir sabah vakti
oysa başlı başına
teşebbüs sebebi intihara

sonra o adamlar gülüyorlar
parklarda mutluluğu güdüyorlar
çaya şeker atlamayı unutuyor bayan çok şeker
havalar da çok iyi
sokak bir acayip
ilahi falan söylüyor kediler
dedim ya karşılıklı sevda
yaramıyor bana

ondan geriye saymadan bayılmışlığım çok
allaha şükür bünye de alışkın mevzulara
yahu ne oluyor demeye kalmadan
hoop
aklım havada
midemdeki ağrı sigaradan, eminim
ya gökyüzünün telvin hali
zemheride açan çiçekler

biri başıma sert bir şiirle vurmuş olmalı
yoksa ne işi var erik dalında kiraz yaprağının
bu kelimelerin ne anlamı var
elbet gökyüzü başka
ona elhamdülillah.



Çağdaş Ünbal



7 Ağustos 2013 Çarşamba

Yol Sonrası Söylenmiştir.


yolların ayakta bıraktığı iz
ayağın yolda bıraktığından fazlaydı
yaz sonu güneşi ne kadar ısıtırsa evi
işte o kadar
yol ile soğuk ev ilişkisi gözaltı torbası
sözlüklerde aramak nafile.

incir ağacının gölgesi malum
ve yaz sonu
bütün iklimler aslında ayaz
yalnızlık dediğin
yürümek yolu
kaldırmadan başını.

toprağın denize ulaştığı yerde güneş batıyor
insan seli alsancak
karanlık örtmeli yalnızlıkları
hesap kesmeli artık
yoksa bu ayan ve beyan durumu
deniz temizlemek zorunda kalacak.

rüzgar nereden eser ise o yan söylemekte
rüzgar bu konuşur elbette
yine de halince anlamaya
rüzgar olmak gerek bozkırda.

o vakit nereye gittin ise
sırtında tarifi mümkün olmayan kederle
duvarları griye boyamak
                      boynunun borcu
bir nevi tüzük hazırlamak yalnızlığa
maddeler birbirini takip ederken
kaybolan güneş
çekilen perdeler
çaysız bir ocak
ocaksız bir ev...

bir başına büyütülen kederler
mübarek at soyu
gittikçe hızlanan bir dünya
ellerine alıp bir kitabı ortasından başlamak
hikayenin başı fikrimce sabit
elbet yine de duvarlar
mutlak suretle oradalar.

gittikçe kalabalıklaşan
inmektedir yalnızlığın merkezine.


Çağdaş Ünbal

3 Ağustos 2013 Cumartesi

Bakkalda İşlenen Cinayetin Tatbikatı



her halini düşündüm
radyoya uzanışını, sigarayı tutuşunu
ekmeği bölüşünü
kitabın sayfasını çevirişini
ayakkabı bağcıklarını bağlayışını
bakkala camel soft deyişini
bunalınca saçlarını geriye atışını
gözlüklerini düzeltişini

sonra pazarda elmalara dokunuşunu
bir polenin burnuna kaçışını
siz de görün deyişini
çaya şeker atışını
her halini düşündüm

her halini düşündüm de
bir bana bakarken tahayyül edemedim seni
kalbimin hızla çarpması engelledi bunu
ritim bilmeyen bir bateristti ve intihara meyilliydi kalbim
yani ben bir bakkal olsaydım
ve sen bana camel soft demiş olsaydın
muhtemelen bir cinayet işlemiş olacaktın, haberin yok.


Çağdaş Ünbal

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Rüyalama -Kırk Sekiz-


bir beyaz kağıttan baktım en çok
kendi tabirimle yazılmış yarama
uyudum, uyandım
oradaydı hala

gelinlik bir kız nasıl işlerse bekleyenini
o güzelim yalım boncuklarla
öyle süslemişim kağıdı
enine
boyuna

muhakkak rengi solar saksıların
rüzgarlar ulaşır o diyarlara
çayı soğur ölenin
fırıncı geç açar dükkanı
yorgundur
ben de yorgunum

uyurum
uyanırım
güneş çatımı yalar
kumru yuvalar balkona
üşür ağustos
gelinlik kız kına yakar eline
çay doldurmayı keserler artık ölen adama
ince bel kırılır.

ne çok sıkıldık o bahar
inceltici bulaştırdık boyaya
tespihler karardı kederden
üç tanesi on liraya kitapları hiç bitiremedik
radyolar
ekseriyetle radyolar
inan ki yavandılar

sonra gitmek istedik
o ege kasabasına
cebimizde işporta malı gözlükler
dilimizde o bildik türkü
yola revan olamadık
kana olduğumuz kadar
hep ölenlerle gömüldük
ellerimizde çay sıcaklığı

bir ikimizdik
yoktu başkamız
ölenleri serptik aramıza
mezarlıklar boyu sevdim seni
işportası yoktu zira

şimdi rüzgar eser balkonunda
fesleğenler şen ola
bense burada kağıtlara işlemekteyim
ayrılığın en koyu tonlarını
ve özlemekteyim
sesinin titreyişini hala

mutfak ile salon arası
dış kapı güzergahlı
ve o küçük delikten bakıyorum mütemadiyen
ne gelen var
ne giden
adına yalnızlık deniliyor
dokuz harfe sığdırılıyor

kuşlar için
göç yolunu bulmak doğuştan bir özellikmiş,
insanoğlu sonradan öğreniyor

ellerine düşen yağmur damlalarını sıcak tut
bu kış ayaza gebe.

ah bahar
nasılda durmakta toprak altında
sabretmekte tohum

kırlangıç göçü düşünmekte
ben seni
ikisi de sıcak

aklım fena karışık
yoksa kelimeler oldukça çapraz
bütün bu söylediklerim
sıcaklığına yönelen bir kırlangıç

ve yalnızlık kelimesi
sadece dokuz harften oluşmaz.


Çağdaş Ünbal



27 Temmuz 2013 Cumartesi

22 Kalibrelik Bir Aşk Şiiri



gökyüzüne gözlerinden bakmanın ustasıyım
haberin yok

gecelerde karanlığı yarar ıslığım
bana mısın demez kapılır yellere
seni düşünürüm
çayın altına su çekerken

bir ben bilirim ellerinin coğrafyasını ezbere
yaylasında söylediğim türkü 
durur parmak uçlarında
şaraba elma dilimlerim acımasın dilin
kısarım sokağın sesini sen konuş
kelimelerin 
en çok bende karşılık bulur

devrik cümlelerini en güzel ben kaldırırım
haberin yok

aktar ne bilsin ağrıyı
jokey bilmez atın ciğerini 
coğrafya hocaları bilmez 
hozat'ta kışın nasıl geçtiğini

oysa ben bilirim
gözlerindeki hozat ayazını
o ayazda koşarım sana
ciğeri çatlamış bir at gibi hissederim kendimi, soluksuz
aktar ne bilsin bu ağrıyı

senin ağrını en iyi ben bilirim
muhtemelen kronikleşir 
o atları vururlar
hoca emekli olur
kan çekilir
ve evet kan çekilir

yazmaz tarih kitapları
rafları süslemez devrik cümlelerin esir aldığı şiirler
ben dahil kimse bilmez
meleklerin sana soracakları soruları

ben bir söğüt ağacının altında
bir ikindi vakti
seni düşünürüm
en çok gözlerinde üşürken
ve hozat ayazına hiç denk gelmemişken. 


Çağdaş Ünbal

25 Temmuz 2013 Perşembe

Bank Üzerine Yazılmış Ayrılık Konçertosu


sevgilim ben bu yokuşu çıkarım
dizlerime kurşun sıkmak -dilimin haddine-
tasın tarağın burada kalsın
yetiş
gitmesi muhtemel trene

güneşli bir günü
ölüm fikriyle karartmak -fikrimin haddine-
sen bir ikindi seç kendine
gökyüzünün griye çaldığı eflatun günlerde

-muhayyer kürdi bir birlikteliğin
muhakkak hicaz olacaktı ayrılığı-

ince bir akşamüstü güneşi
unutturur sigaranın neden içildiğini
tarifi vardır kederin
sen kendine parlak ciltli bir aşk romanı al
gar önü işportacısından
buralarda bahar gecikecek
kavuşmalar sonralara kalacak
-banklara yazdığımız romanlar
elbette cılız bir bebeye gebe-

ve uçaklar bölerken gökyüzünü
ak ile kara gibi ayrılır kader
cebimizde emzirilmeyi bekleyen kederi
kara kaplı deftere işleriz

kapatılır kitaplar
çaylar soğumaya bırakılır
ki bu
en hüzünlü halidir
ayaküstü bir ayrılığın

bir elimizde jilet
bir elimizde şiir
la ilahe illallah
bir şair kılıf değiştirir
- ki bunu
bank üzeri şiirlerde
ayrılığın yan etkisi maddesinde bulmak mümkündür.-


Çağdaş Ünbal




23 Temmuz 2013 Salı

Uzaktan Tanışırdık.


bir çirkin adamdı
geçerdi sokaktan ıslık çalarak
yağmurlu havalarda paltosunun yakasını kaldırmazdı
cesur adımlar atardı
yürürken keşfederdi sanki ayağın altında kalanları
yola kaçan topa öyle vururdu ki
ulan babanda mı topçuydu bee
sigarasından bir duman çektimi
benim ciğerim yanardı, belli etmezdim
çok düşünmüşlüğüm vardır
nereden gelir, nereye gider bu çirkin adam
çirkinliğini saklamak için mi kırmızı bir atkı taşır boynunda
ağaçlarla konuşması da mı çirkinliğinden

bir sabah bir baktım bizim çocuklar toplanmışlar fısır fısır
gece vurmuşlar o çirkin adamı sokak başında
dalda çiçek yoktu
üstelik zemheri kış
ortalık hanımeli kokuyor
orada söylediler;
gömleğinin cebinden şiir çıkmış
aynasızlar almadan almış bizimkiler
anlamadığımız kelime yığınını halen saklarız;
dayan kitap ile
dayan iş ile
tırnak ile, düş ile..

ve o gün bu gündür belimde bir mızıka taşırım.


Çağdaş Ünbal

19 Temmuz 2013 Cuma

Meçhul Ağrılar


ak ellerde
yemeği getiren uçaklar
annelerin ölümüyle düştüler
yemezsen büyüyemezsin diyenler
oldukları yaşa sabitlendiler
enkazında buldular incecik bedenimizi
şükretme duygusu asılı kaldı salonun bir yerinde
koştum
koştum ciğerlerimi hissetmeyinceye
yıkılıncaya kadar duvarları zihnimin
vurdum
vurdum kelimeyi bir o yana bir bu yana
acının kaynağı kuruyuncaya

hasretin levhası gözümüzün önünde her daim
hangi sapaktan dönsek
hangi sokağı atlasak
varıp varacağımız
ince sarılmış
dumanı genzimizi yakan bir hasret
sizin oralarda buna amanı bol türkü derler
hah işte
bunu olur olmaz bir yerde deme
morglar ısınır, toprak kabarır
bahar gecikir
ücrasında anadolumun

kim bulmuş yitik öyküyü
kimin dilinin altında
heybemizde olsa da sersek şu bozkıra
gidenler gelecekmişcesine hazırlansak
ısıtsak dilimizi
soğumaya meyletmiş kelimelerimizi
hasretini bitirsek kamburumuzun
sonra
çocuklar sarılsalar annelerine
kopyasını çıkarsalar çaktırmadan
saklasalar sakallarının arasında
olur ya yıldırım
ansızın inebililir
bozkırın ortasında
bir başına duran alıç ağacının tepesine

boğazımıza takılan her neyse
geçirmiyor hiçbir akışkan
ve evet
gündüzler gereğinden fazla uzun
ve evet tuzlu
bütün kederlerin toplamının ismi anne
-eksiklik hep özümüzde-


Çağdaş Ünbal





15 Temmuz 2013 Pazartesi

Yalnızlığın Badanasız Söylenişi

ne gariptir sevgilim
şu bulutun ansızın gölgelemesi balkonu
kedere meal
damlaması inceden
kuşların saçak altlarında bakışı

ne gariptir sevgilim
yalnızlığın panik havası
duvarların hep mi griye çalması
sonra o kuşlar
saçak altlarında mutlular sanki

buralarda keder diz boyu
yine de boğulmaya yetenekliyiz
soluk alıp verişimiz dengesiz
hep yalnız içilen sigaradan
kadehin bireyselliğinden
yalnızlıktan öte
kuşların mutluluğundan
yalnızlığa gömülen
kılıfını hazırlar bir nevi
kuşların konuyla alakası
yağmurun konumuzla alakasıyla teğet
yine de değiyor bir ucundan
yalnızlık dediğin
salonda kanepeyle televizyon arası kumanda mesafesi
ben bunu böyle yazıyorum sevgilim ama
sen sesli okuma olmayacak bir yerde
kaldıramayabilir kelimenin yükünü
incecik bedenleriyle serçeler

ne güzeldir sevgilim
hayalinin dolaştığı bir evde yalnız kalmak
camları açıp çıkmak evden
bir serçenin yuvaladığını hayal etmek
evin olmadık yerine
bu yüzden yalnızlığına koşan bir adam var sokakta
ben eve geçeyim cümleciği
buralarda umudun badanasız söylenişi

işte böyle düşünceler yüzünden perdeler sararıyor
küllük desen akciğer naklinde sırada
bulutlar bir başka yalnızın peşinde
kuşlar sıkılmışlar saçak altında
ben bir tekele uğrayıp geleyim
serçenin yuvalama ihtimali aklımda
kelimeye çarpan serçeyi dirilt
döndüğümde duvarları boyayalım.


Çağdaş Ünbal

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Enfeksiyon Kapmış Raylar


ve adım geçti
bir dostun bir dosta kelamında
dişlerimi sıktım
kapadım ışıkları

ulan bu garlar, uzayan raylar
dehşet bir ıslık gibi kulağımda
oysa mızıka taşırım belimde
iki dudak arasında en felaket duygularım
ve yumruğumu sıkmama sebep
bir vietnam malı tansiyon aleti
her şeyi ve herkesi doldurdum da heybeme
sana mı yer yok ey keder
açık kalp ameliyatı yapmak elbette şair bozuntusunun haddine
gar dediğin dudakta uçuk
kabaran
sancıyan
ve elbette anadoluda
sıcak basmak gerek yaraya

şimdi hangi gardan bir tren kalıyorsa
açık kalmış bir kalpten içeriye
ve rakı buza mecbursa
ben kalkayım ağabey yolum uzun
sığdırmam gerek üç tel arasına

ve kim kanıyorsa usuldan
zifiri bir karanlığın içinde
enfeksiyon kapmış raylardan yürümeli
uçuk, ıslığa hicaz katar
bunu da böyle bilmeli.


Çağdaş Ünbal


8 Temmuz 2013 Pazartesi

Karanfil İle Ölüm Arası Mezarlık

katlanır olsaydı bir takım acılar
ve cepleri gömleklerin
olmasaydı o hayati organın üstünde
bir karanfil gibi durabilirdi
katlanılan
yahut dürülen acıları insanoğlunun

uzanıp kağıda
bir şeyler karalayabilirdi insanoğlu
anlamaya-bilirdi
konuşma isteği olmasa bir başkasıyla
kelimelerin eksik anlamlar taşıdığını

kaldırıp başını balkonu gözleyince
kuşlar anladılar,
mevsimin göçe beş kaldığını
insanoğlu bu
bilmeli
vakti gelince
yer çekimini bizzat denemeyi

karanfile kan bulaşsa ne olur
kırlangıç göç yoluna düşmüşse, yuvayı unutmaz
insanoğlu bu
soğuk betonda cansız uzansa da
rengini belli etmeyi bilir
-genellikle koyudur-

gömlek cebinden sarkarsa acıları
                           malum insanoğlunun
sığdırmak için kazılır mezarlar
bana mısın demez oysa
baharın durur isyana
yer çekimine inat, gökyüzüne sevdayla

gerisi malumdur
bozukluklara temizler çocuklar mezarları
kafa yapıcı ne varsa
-elbette çiçekler dışında-
bozukluklar gider oralara

mezarlıklar diyorum
bir şeyler anlatmak ister gibiler.


Çağdaş Ünbal

4 Temmuz 2013 Perşembe

Suskunun Duvara Yansıması


o kadar yoğun ki susmalarımız
kuşlar griye çalıyor
akşam üstleri zehri zemberek
titrek bir mızıka kulağımızı ıskalıyor
ağzımızın içinde ağır bir rutubet

iklim değişikliğine yoruluyor
cami önlerinde ezan vaktinden önce
haziranı ıslatan bulut parçacıkları
-rüzgarlardan bahsetmiyorum bile-

ellerimi ısıtsın diye çıkardığım hırıltı
anlam kazanıyor coğrafi eksenlerde
oysa biz seninle susmadayız
akşam üzeri
kuşların yoğun olduğu
bir şehrin cumhuriyet meydanında.


Çağdaş Ünbal










1 Temmuz 2013 Pazartesi

Yalnızlık Senfonisi 938

yalnızlığımdır
gün boyu üstümde taşıdığım giyitler
sonrasında yürüdüğümdür asfalt boyunca
ve düşünerek
toprak yola hasret çocukları

siz de bilirsiniz;
yalnızlığın kokusu
bahar kokularını alt edebilir
solumak,
ince bir umut meselesidir.

şekere uzanmaz yalnızsa insan
malumudur çünkü
yapay tatlandırıcıların
yalnızlık üzerinde bıraktığı renk körlüğü.

türküler kadar eski değildir sazın teli
fakat yinelenmektedir
leyla üzerine söylenen halk türküleri
-hem neşeti yaktı hem bizi bu başka konu-

yalnızlığımdır
kan ter içinde izahına giriştiğim
ve iliştirdiğim dilimin ucuna
oysa bu telaş içinde
solumak,
bir değer kaybıdır.


Çağdaş Ünbal





26 Haziran 2013 Çarşamba

Üzerinize Alınmayın Migren Bizde Genetik


üç numara saçım
ağır geliyor başıma
dönmekte dünya
alpler güneşi nadir görmekte
o kadar karışık ki kafam
saksağan sesleri
konçertoya dönüşmekte.

durduramıyorum
beynimde akan dereyi
yıkıyorum
pürü pak fikirleri
bir şer, bir şer
öyle ki
filozoflar çıldırıyor kabrinde
nasıl olur
adam defalarca yıkıyor fikri
akan bir derede.

sanık sandalyesinde dalmışım
dalmışım diyorum, yok haberim
tarihe geçmek zabıt ister
bunun konumuzla alakası teğet
şu saksağanların aslında
fesleğen sürmek gerek ağızlarına.

uyuyamıyorum
mesele bu
saksağanlar dahil
bütün filozoflar konu dışı.


Çağdaş Ünbal

22 Haziran 2013 Cumartesi

Meryem Antibiyotik Kullanmış Olamaz


sancılı gecelerin tek tanığı
afilli kutularında antibiyotikler

ben bu gecelerden daha önce de geçtim
ellerimde profesör fleming'in elleri
rüyalarıma biraz mezopotamya serpiştirip
eksiltilmiş günlere uyandım.

iki bahar arası malum çıplak bir yaz
ve bu
insanlardan artakalan rüyaları görmenin zamanı
biri uyandırsa uykudan
kışa daha çok var
bu erzak bu birikim
hayli yorar insanı.

telefon defterinde sıralanan
o güzelim isimlerden
hangisi bilebilir
fleming'in bende yarattığı etkiyi
ve mezopotamyanın kahredici kederini

yine de artakalan rüyalarda sevgi kırıntıları
akşamüstü eve dönüş telaşeleri
ve mahşeri bir kalabalıkta
ellerinde bir kumrunun kanı.

bunu burada yazmanın verdiği acıya fleming neylesin
oysa ona sorsalardı
bir ondörtlüyü yahut iki metre ipi alternatif gösterebilirdi
zamanın koşulları denilince
akla kumrular gelmez oysa

bunun mealini yazmak gerek
yoksa eksik kalacak bir yerde bazı teoriler
anlamına vurulacak inceden akan zaman
birileri o anlamlarda anlamsızlaştıracak birilerini
bunu istemeyiz değil mi

tütünün ateşle buluşmasına ön ayak olan kişi
aç karna mızıka çalmış sanki
oysa nereden bilebilirdi
küllüğün dolunca boşaltılması gerektiğini
birbirinin içine geçmiş meselelerde
suçlanacak biri varsa
elbette julyen'dir
yoksa ne takvim olacaktı
ne de ölümün erken olduğunu kanıtlayan yıl hesaplamaları

ve isa.
meryemin durunca kanaması
-ki o zamanlar bunun bilimsel açıklaması yok-
milattan sonrasına atılan adım aklına gelmedi
fakat biliyordu
erken ölümün eksilteceğini dünyayı
o yüzdendir ki
babasız doğurdu
babasına giden yolu.

bunun mealini yazmak gerek
yoksa fleming'den bağımsız
takvim hesabı yapmadan ölebilir insanlar
üstelik ilişkilendirmeden bunu tanrıyla.


Çağdaş Ünbal




18 Haziran 2013 Salı

Haziranda Aşkla Kurulan Barikat


                                                   halkın aşkla kurduğu bir barikata
                                                   neyle saldıracağını bilmez halk düşmanları



seni düşündüğüm zaman
bir çiçek tomurcuğa duruyor 
fark etmiyor güney amerikada yada filistinde

oysa anadolum kan kusuyor şimdi
yağmurda barikat kurmakta insanlar
karanlığın leş kokusuna karşı

ve inan ki sevgilim 
tomurcukları öldürmenin ustasıdır onlar
bil, saklı tut zihninde 
onlarla savaşıyor bütün güzellikler
radyoda türkü
dalda çiçek
göğün mavisi
kirazın kırmızısı...

kazanamayacağız belki
belki hiç anlamayacaklar
ancak rüyalarına girecek
tazecik baharda patlayan bir tomurcuğun kokusu


Çağdaş Ünbal






16 Haziran 2013 Pazar

Rüyalama

düşünce inceltici hareketler gurubuna girer
bir kitabın içindeki karaktere kendi hırkanı giydirmek.

usunun kıvrımları bir kadından oluşuyorsa
namluyu nereye doğrultacağın oldukça önemlidir.

kaçtığın düşüncelerin toplanıp
hep bir ağızdan bağrışıyorlarsa
başka çaren yok
dayayacaksın alnın ortasına
yüksek sesle okuyacaksın
bir eski zaman şairinin dizesini.


Çağdaş Ünbal


12 Haziran 2013 Çarşamba

Ayfer'e


elim dalağımda
dinsin diye acım
şiir dermekte
ve ulu orta ağlamaktayım

ayfer
çek perdeleri
görmesinler gittiğini.



Çağdaş Ünbal

10 Haziran 2013 Pazartesi

Kırlangıç Dökümüne Duyulan Sancı

                                                                               
                                                                              bazı yaralar tentürdiyotla geçiştirilemiyor.



sana sevgilim diye seslenmek
meşru kılıyor bütün yalnızlıkları
ve bu
şizofreni kokan bir şiirde adını anmak
kutsal ahite harfleri kazımak gibi

anlamı şu;

bir çatışmanın ortasında kaldım
kan kaybım beni yılgın gösteriyor, korkuyorum
sana sevgilim diye seslenmekten öte
gömlek cebimde şizofreni büyüyor
kutsal ahitlerden anlamıyorum

ve evet
kan kaybımı tetikliyor kalbim, müteşekkirim

iç kanama denilen şey bu olsa gerek
içinde yaşattığın birinin tüm organlarını delik deşik etmesi
ki bunu bir ahite yazmak
hipokrattan önce dinlerde fenafillah.

sonuç olarak;

ılık bir haziran ikindisi
sonunu bildiğim bir filme iki bilet almışım
cebimde duruyor
üstelik yalnızım.


Çağdaş Ünbal

9 Haziran 2013 Pazar

Ayrılık Acısına Çare Olmayan Şiir

sonra kaybediyor insan kimliğini
bir kadının çantasında
rüzgar nereye eserse oraya savruluyor
döküyor çiçeklerini meyve vermemecesine
bir ay ki sürekli tepede
ışıtma amacına erişememiş bir yanma
bir adam ki
gece gündüz demeden
sevmenin eşsiz acısını çekiyor dalağında
bir tenha bulsa ağlayacak, utanıyor.
bir ince acı kalıyor
ellerinde göbek bağı kesilmemiş bir şiir.

bazısının kerbela'sı dalağında
bunu da not edin bir kenara
bank ucuna ya da sigara kağıdına
eksildikçe ağırlaşan bir acı bu.


Çağdaş Ünbal


5 Haziran 2013 Çarşamba

Sansürsüz Bir Yalnızlık Şiiri


bir de 
yalnızlığını sakinleştirenler var
bu saatlerde
elbette kapalı kapılar ardında.

merhem niyetine şiir sürüyorlar 
günde üç defa
muhakkak aç karna içilmiş sigara ardına.

otuzüç tane yetmiyor olacak ki
çevrilip duruyor elde
hangi isim zikrediliyorsa işte
tespih karartan sızı eşiğinde.

uyku bir barikattır yalnızlığa karşı
yıkılması olası
ve biber gazı olmadan ağlamak cabası.


Çağdaş Ünbal





Sallanan Masanın Altına Konulacak Şiir.

bugün salı
dışarıda çıplak bir cumartesi
herkes katilidir kendinin
haziran başlarında
bilhassa aynalarda.

gökyüzünün resmini yapma cesareti bulan
korkandır biraz da
kim bilir bunun acısını
toprak altında olandan başka.

arızalı can sıkıntılarını deftere yazma fikri
siz gidin ben burada iyiyim ile eşdeğer
sabah olsa ne olur
aslında en iyi onlar bilir
gecede asılı kalmış
ve soğumaya başlamış bir cesedin tebessümünü
yine de bunu ulu orta söylememek gerek
yoksa öldürebilir kendini herkes
aynalara bakarak.


Çağdaş Ünbal

31 Mayıs 2013 Cuma

Apolitik Olamayacak Kadar Politik

                                                                                                          

devlet silah tutuyor her köşede
sokaklar havalandırma 
bu koca mahpushanede 

gün gelir seni de vururlar, incecikten kanarsın
gel birlik olalım demek için oldukça örgütsüzüm
dağınık da durabiliriz
karşı duralım.

tanımıyorum seni
ancak ölsen üzülürüm
kara bir gölge sıkar gırtlağımı
uykuyu terk ederim
arızalı dertleri kirpiklerimde asarım
gel etme eyleme
ne veriyorlarsa iki katını vereyim diyecek servetim yok
onurunu verdiysen onurumu vereyim
karşı duralım.

kaldır başını
duruyor gökyüzü bir bayrak gibi
herkesin o gökyüzü
toprağın olduğu gibi.

önemse artık;
işini, görüşünü
sokağını, duanı
biranı, toprağını
parkını, dereni
ve elbet şiirini.


Çağdaş Ünbal



30 Mayıs 2013 Perşembe

Bir Akşamüstü Şiiri -elbette trenler dahil-


trenler, ağır taşıma araçlarıdır
onca kederli bedeni taşıyabilmesi bundan.

yine bir akşamüstü
evet akşamüstü
çünkü yalnızlık o saatlerde demleniyor
bir insanın aynalardan soğuması
nedense
hep aynı saatlere denk geliyor.

bazen de
elleri cebinde sigara içmenin kalfası,
ağlamanın acemisi,
gideni seyretmenin ustası insanları arkasında bırakır tren
buna rağmen ilerleyişi
soğuk metalinden.

kalanın fikri daima
aynalardan uzak bir gar bankına yerleşmek
böylelikle kapıda karşılamak
belki de dönmeyecek olan gideni geri getirecek
muhakkak ki bir akşamüstü trenini.

o yüzdendir ki
bütün garlar
ıslak bir keder kokar
ve her şeye rağmen
bütün garlar güneş alır

bu da umut etmenin kafiyesiz söylenişi.


Çağdaş Ünbal

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Bir Garip Rüya Yorumlaması

                                                                     "Yağmur yağdığında pencerelerde 
                                                                       arap kızını arayanların hikayesi."


toplu sünnet şöleni sonrası burukluğu

anlaşılamayan sesler eşliğinde geleneksel törenler
acıyla adını bağırdığım insanlar öldüler.

bedreddin'i dara çektiren mülk
otobüs durağına asılan tarifenin pazarı göstermemesi
babamın piknik için tek gününün pazar olması.

dil altında kalan şeyler
bilinç altında kalanlar kadar acıtmazlar
göğsünün orta yerine fişten yeni çekilmiş bir ütü bastığını düşün.

okul ile ev arasını vesaitsiz geçirmek demek
iki çay parası
fincanda çay içme ihtimali aşk denilen kapıdaki paspas.

orta okulda sigarayla tanışmışsan
ya evinin sütunlarından biri çökmüştür yada aşık olmuşsundur
ne garip aşk ile ölümün sigarada kesişmesi henüz lisede bile değilken.

sonra ben edebi kelimeler işlerim bilhassa devlet malına
tek okuyanım o sırada oturan öğlenciler olur
bu küçük kitle bir sonuca varamaz kendi adına.

ve yağmur.

yağmur sularını biriktirmek batıldan ziyade yoksulluk
terazisi bozulmuş bir bakkaldan alınan pirinç ile eşdeğer tanrı mekanizması
elbette öteki dünya nimetlerini konuşmak için erken.

arap kızı dediğin ayşe teyzenin büyük kızı
evde kalmışlık yaşla olduğu kadar pencere önüyle de doğru orantılı
bu durumdan karlı çıkan elbette çatıya boş bir kova koyan.

yaşımız pencereleri dikizlemek için oldukça fazla
o edebi kelimeler ne çok öğrenciyi mezun etti
yağmur daha yağar, belki bir kez daha aşık olunabilir
ve belki görebiliriz tanrının adaletini
oysa bilinçaltında yatan ölülerin isimleri dil altında
ve elbette ağır
yağmurda çatıya koyduğun kovanın boş kaldığını düşün, işte öyle.


Çağdaş Ünbal




27 Mayıs 2013 Pazartesi

Bir Akşamüstü Kederinin Meali.


ellerimde
sütten kesilmemiş bir şiir,
                                         neyleyim
yetişemedim dönme hızına, 
kaptıramadım akışına dünyanın
                                          çaresizim.


dervişlik dersen sığmak için bir kaba
                                        buradan çok uzakta
ki şirke meyilli bedenimde 
rabbimden hiçbir iz kalmadı
hükmünü yitirdiklerimi onurlandırmak adına
                                                                       koşuyorum,
                                                                                    soluksuz.
                    

sevgilim sen gardını al
uzaklarda 
        portakal kokulu
             denize nazır bir kasabaya yerleş

bu çarpışma çok kan dökecek,
                                            ben 
                                                fikrimi  
                                                        vurmaya 
                                                                   gidiyorum.


Çağdaş Ünbal




25 Mayıs 2013 Cumartesi

Her Aşığın Bir İntihar Biçimi Vardır.

ne yapalım biliyor musun
terasa bir masa atayım rakı içelim
turgut uyar okurum sana gökyüzüne en yakın yerde
yanlış anlama bu bir rüşvet değil
şairin kemikleri sızlamasın diye
durma(dan) göğe bakalım
zaten göz göze gelsek elbette gökyüzünün altında
dayanamaz salarım kendimi boşluğa
ne yapayım
ben de böyle seviyorum.


Çağdaş Ünbal


24 Mayıs 2013 Cuma

Tıbbı Müdahale Gerektiren Sevdalara Reçete

gün ışığı kurutmaz bu yarayı
aktarlar çare olmaz
zaman denilen olgu 
para ile satılmaz tarzı
bir reprezant sunumu
-elbette çare olmaz-

deriye nasıl temas ettiyse bu yara
ulaşmış inceden iç organlara
yara yarayı yara edermiş
sınadık da gördük.

rüzgarsız havada
rüzgar gülünü izlemek
yani yarayı unutup gönül eylemek 
tıbbı müdahale gerektiren eylemler değiller
yine de bir reçete yaz doktor
şairin anlayacağı dilden
günde kaç doz şiir dersen o kadar
fakat tok karna olmasın
rakı arası çay molası en uygunu bana kalırsa. 


Çağdaş Ünbal


Sevdalı Bedenler İçin İnfilak Vakti.

sen gülerken göz göze geliyoruz ya
feleği şaşıyor bedenimdeki saatli bombanın
kuytuları seçişim bundan
içimdeki trafonun patlaması
ışıksız kalışım bundan.


Çağdaş Ünbal

23 Mayıs 2013 Perşembe

Ölüler Yalan Söyleyemez; Shakespeare Hariç

Shakespeare yalan söylüyor
olmak ya da olmamak değil
ölmek ve ölmekte olanı izlemek
işte tüm mesele bu.

ben o çağda kanatları mor bir baykuştum
çatıları benden iyi kimse bilemez
elbet gökyüzünü de
o bir yalancı
o bir düzenbaz
ölmek ve ölmekte olanı izlemek
işte tüm acı bu.

feylesofların canı cehenneme
yalan söylüyorlar
bir ölüyü akan derede iki kez yıkadım
o bunun farkında değil
bir ölüyü yıkamak ya da bir ölüyü yıkayan su olmak
işte tüm keder bu.

tarihin arkasına saklanarak söylüyorlar
duymuyorum
aslında gözleri görmeyen bir lal'im
yalan söylüyorlar
görmemek ya da duymamak değil
hissedememek
hissedememek
işte tüm mesele bu.


Çağdaş Ünbal

21 Mayıs 2013 Salı

Bank Üzeri Ağır Mevzular


uzun bir yoldan
yayan gelmiş gibi çöktü banka kadın.

hızla girdi cümleye
sanki boşluğa konuşmasını işlemişti
sektirmeden okudu.

tükettik-yoruldum-oysa
dayanamıyorum-anla-üzülme
gibi kelimeleri yakalayabildi adam
anlam bütünlüğü oluşturmak istemedi. 

uzun bir yola
yayan gidecekmiş gibi kalktı kadın banktan

ayrıldılar.

boşluğa baktı adam
kendisi için hiç bir kelime işlenmemişti 
yüreği burkuldu.

cebinden bir kalem çıkardı
bankın bir ucuna "bütün ayrılıklar rezil" yazdı.

aklında uzun bir yol fikriyle banktan kalkıp
kadının tersi istikamette yürüdü.

bank olan bitene anlam veremedi
uzun yol fikri ona oldukça uzaktı.


Çağdaş Ünbal


19 Mayıs 2013 Pazar

Saksı Altı Şiiri

                                                                 "çiçeklere adınla seslenmek
                                                                  bütün mevsimleri bahar yapar."




uzanacağım dizlerine bir haziran akşamı
ve elbet ismini bilmediğim çiçekler kokacak sokakta

hep acemice yaşadığım şu hayatta
ellerinin coğrafyasını ezbere bilirim
yüzün görsel hafızamın tek tanığı
ustalıkla elimden gelen tek şey seni sevmek
ötesinde kalfalık bir hayal
ve bu haziran akşamı
bütün çiçeklerin adlarını kokularıyla ezberleyeceğim
yolu yok
seni anlatmak bir çiçekten geçmeli elbet
kokusu balkonda sigarayı bastıran
gün ışığını gözlerime yansıtan
çiçekten geçmeli diyorum 
çünkü adı konulmamış bir çiçek değilsen sen
bütün mevsimler kıştır 
muhakkak bütün coğrafyalar da

o haziran akşamında 
dilimde kelimeleri hizaya sokarken anlayacağım
seni sevmenin sonsuzluğunu
saksılar çatlayacak 
ve ben kırmızı kurdeleli bir öğrenci gibi
sırama dönüp gözlerimi sana dikeceğim. 


Çağdaş Ünbal

18 Mayıs 2013 Cumartesi

Halet-i Ruhiye'yi Beyan


evvela mahsus selam ederim

hayat olanca hızıyla akmakta
gelişip değişmekte yeryüzü
yeşilin tüm tonları sarıyor
bir bakıyorsun esmere çalıyor
yağmurlarla yıkanıyor, aklanıyor.

içimde bir şey sürekli duruyor
kemirmiyor da üstelik, öylece duruyor
durmak fiilinin tam karşılı sanki
ne sorularıma karşılık veriyor
ne kör gecelerde ses ediyor
kara haber almış bir çocuk gibi duruyor, susuyor

bu ahval içinde
hayat akıyormuş
bahar gelmiş, yeşile boyanmış sokak
ne fayda
ben içimde ağlamaklı bir dünya taşıdıkça
hayat hızlansa da kafamı uzatsam pencereden
yine de süzülmüyor gözyaşı dışarımdan

velhasılıkelam
ilişmeyin, alışmaya çalışıyorum yaşama.


Çağdaş Ünbal



Sen Varken Şekere Banıyorlar Hayatı

yarandan öperdim soğuk gecelerde
dinerdi sızıların, uyurdun.
konuşurduk dil boyu
seni bir başka severdim
hafiflerdi göğsümün sancısı
atlar inerdi yükseklerden
özgür atlar
saklamazdık rüyalarımızı
rüyalarımıza içerdik tüm kederleri
sen kırık kalple yaşanmaz derdin
şimdi anladım
kırık kalp yaşatmazmış.

sen rüzgara sırtını verdin, anladım
yoksa kim kaçabilirdi kimden
anılardan
rüyalar boyu dokunuşlardan

şimdi burada olsan
sana bakıp ağlasam
çiçekleri sulasan gözyaşlarımla
sen burada olsan
solsa tüm çiçekler
o atlar ölseler.

şimdi burada olsan
kırık kalple de yaşanır desen
sen söylesen
böyle söylesen
inansam diğer bütün söylediklerin gibi
perdeleri aralasam
gözlerinin kıyısında yolculuğa çıksam
titrese kahrından kirpiklerin
devrilseler, kapasalar yolları
mahsur kalsam sende
rivayet odur ki ile biten hikayelerde
kırık ve kalp kelimeleri hiç geçmese
anı dediğimiz şey kırmasa insanı
mutlulukta gözüm yok
acımasa artık
dinse


Çağdaş Ünbal

16 Mayıs 2013 Perşembe

Yoğun Bakım İle Morg Arası Duvar Yazıları

uzun yalnızlıklar gömlek cebimizde
en çok kaldırımlar bilir bunu
bir de ellerimle beslediğim güvercinler.

insan koynunda yılan besliyorsa kendinden utanmalıdır
arsız muhabbetleri dara çekmeli
artık aynalara bakmamalıdır.

bir kova su yetseydi zihni temizlemeye
ne bankta sarhoşlardı insan
ne acısını çekerdi sırtındaki paslı hançerin.

gidip döndüğümüz yolları sahiplenmeyi severiz
yol bizimdir, yola ne verdin sorusu saçmadır
yolun bizden aldıklarını hesaba katınca.

bir de çiçekler var tabi
akşam üstleri pasajda solmaya direnen
satıcısının duası dondurulmuş çiçekler.

yine de insanoğlu bir mutluluğun peşinde
kimse açıp okumuyor göğsünün altında yatanı
ne garip, kimse bakmıyor aynalar ardındaki görüntüsüne. 

bir düşünce kalıyor uzanınca yatağa
bir yerlerde açlığı ezberinde tutuyor çocuklar
dönüyor dünya ben istemediğim halde.

ülkemde yaşam hakkı ihtimaller el verdiğince
yani bir kiraz ağacından düşüp ölmek 
yahut bir bombaya hedef olmak, -mayının sırası değil-

aşk dediğin şey kişiselleştirme
acısı, sancısı, tası, tarağı
eşit mesafelerde duramama belki de.

her şeye rağmen şeker dağıtmak çocuklara
cinnete vurulan morfin
gözlerinde bayramın tanımını gördükçe.

güzel şeyler de olmuyor değil
mesele arayan göz olmakta
gözün olmaması ise reklamlarda saklı -örneğin filli boya-

elimizi kalbimize götürmek için artık çok geç
vicdan satılan reyonlar için erken
gökyüzünü seyretmenin vakti olmaz.

duymuşsunuzdur ve belki görmüşsünüzdür; ölüm var
hissetmiş olamazsınız zira şu an bunu okuyorsunuz
ölüm denilen şey pencerenizden sizi izliyor olabilir.

işte tüm bunları düşündüm az evvel
elimi yüzümü yıkayıp televizyonun başına geçtim
ne de olsa bir kova suyun temizleyemediğini o temizliyor.


Çağdaş Ünbal






15 Mayıs 2013 Çarşamba

Mayıs, Kuşlar ve Ölüler Üzerine

iğde kokar buralarda mayıs
insan aşık oluşuna yanar
kaldırım boyu kadınlar
geçersin aralarından
incecik bir fidandır bedenin, usuldan kanar.

akşam üstleri kartona çıkar bizim çocuklar
üç beş kuruş ne topladıysa şaraba katarlar
bak bahar gelmiş
iğde altında arsız sevişenler
biri birasına kül atar
zaten her iyinin içinde bir bokluk var
mayıs bile huysuz, yağmura kesiyor

sahi yağmur yağınca kuşlar..

ihtimalleri toprağa çizeriz hıdırellezde
bakma karnede resmimizin kötü oluşuna
insan istediği şeyi öyle çizer ki toprağa
kıvırcık olur saçlarımız
şimdi şuraya küçük bir ev yapalım.

mayıs geçer
iğdeler kurur
belediye hayal düşmanı
beton döker her umudun üstüne
hıdırellezde yapraklara gagalarıyla çizdikleri ev
saçaklardır kuşların
yağmur yağdığında
yağmur yağdığında aslında baharda
yaza soyunuyor toprak
aklanıyor, unutuyor tüm üstüne çizilenleri
altına aldıklarını hiç geri vermiyor oysa

sahi yağmur yağınca ölüler..


Çağdaş Ünbal

13 Mayıs 2013 Pazartesi

İhtimaller Aşklara Yeşilçam Katar.

şimdi çıksam karşına
yine güler misin bana?
ihtimaller aşklara yeşilçam katar.

sen güldüğün zaman
aklımdan çıkıveriyor hayat gayesi de dahil tüm düşünceler
sanki birileri beni havalandırmaya çıkarıyor
şansıma o gün de gökyüzü pırıl pırıl
elimi uzatsam bulutlar rüzgarından etkilenecekler
işte sen güldüğün zaman
ben böyle güzel şeyler kuruyorum istemeden
istemeden diyorum çünkü sen güldüğün zaman
nasıl nefes alınacağını anlatan bir kullanım kılavuzu arıyorum ceplerimde

sen güldüğün zaman
tanrı bana gülüyormuş gibi hissediyorum
elinde bir çizelge
ettiğim tüm dualara bir tik atacakmış gibi sanki

ve bilirsin ki
ihtimaller aşklara yeşilçam katar.


Çağdaş Ünbal



11 Mayıs 2013 Cumartesi

Abilmuhsin Ağabey İle Konuşma

sakallarım batıyor avuç içlerime
böylelikle ellerimi uzak tutmayı öğreniyorum yüzümden
diyorum yağmur dursa da vazgeçsem küfürden

sorgulamak yetmiyor bazen acıları
şiirle beslemek gerek
bir eski zaman şairinden mısralarla
koynunda uyutman gerek.

be abilmuhsin ağabey
şimdi biz çıksak şu yokuştan
baksak o sokağa lambaları ardımıza alarak
sakallarımız desen bi karış
zulamızda ondörtlük bir şiir
vurur muyuz martıları
rakı acıya keser mi dilimizden
diyelim durdu yağmur
ve hadi güneş çıplak bir kız gibi dolandı boynumuza
asabilir miyiz usumuzda kaçak kat çıkan şairleri
uyuyabilir miyiz dünya hafiften dönmeden

şimdi sen uzak bir şehirde şiir doğurursun
ben burada arızalı dertleri deftere geçerim
bozkırda doğan ne anlasın martıdan, vururum elbet
sonra da gider sakallarımı keserim
böylelikle ellerim yüzümden kaçamaz
çünkü utanırım, yüzümü kapatmam gerek
onlar ki eski zaman şairine göre
"denizin sokak çocuklarıdır"
ki biz bir ölümden utanacak denli güzel gülüyoruz.

Çağdaş Ünbal