22 Aralık 2014 Pazartesi

Bendire Sevdalı Mum


fakat bu dünyadır
şairlerin
ve peygamberlerin dilinde
bir sızı olarak kayda alınan
khoniates'in bahs'açmadığı
bir eski uygarlığın doktorası

anlama yük geceler
soğuk ve elektrikli soba
bakteriyologlar ve mandalina
uzun uzadıya umutlu şiirler sonra
güneşi pencerede karşılayanın boş döşü
ve tütün ağartan
ak be ak tarlalarda
kara sevda

dünyadır bu
sararan göğüslerde zapt'edilemeyen nefes
kuşların göçmesi gibi
vaktinden önce giden-zaman-dönen

dağılan tespihin bulunamayan tanesi
ve noksan zikir
büyük bekleyiş

elhamdülillah gökyüzüne.






Çağdaş Ünbal


2 Aralık 2014 Salı

Genel de Geçer mi Bilmem




Bazen gözlerimi sımsıkı kapatıp alıç ağacını düşlüyorum. Uçsuz bucaksız ovanın orta yerinde tam olarak oraya aitmiş gibi duran alıç ağacını. Ressamının resme hediyesi. Gölgesinde bozkırı eyleyen, kederi yemişinden fazla alıç ağacını. 

Hayat bence enstrümantal daha katlanılır. Söz fazla. Af. 



http://www.youtube.com/watch?v=jMEjPKBvhzE






1 Aralık 2014 Pazartesi

Dalda Çürüyen Ihlamur


sevgilim,
biz
kurutulmaya bırakılmış
ıhlamur çiçekleri gibiyiz

cansız,
kokusu yitmiş,
suya ve nefese hasret

ötelerde adı aşktır bunun
gökyüzü maviliğinde şiirler yazdıran adama
-kuşların figüranlığında

aldırma halsizliğimize!

ben senin hayalinle yüklüyken
kış,
baharın kapısıdır

bilirim,
bilirsin elbet.






Çağdaş Ünbal



24 Kasım 2014 Pazartesi

Bulut Kusan Adamlar.


                                                                    'sözüm yabana'
                                                                   
                                                                    

yeşil mi yeşil bir perdenin ardında
şeyhimin elinde bir kutu xanax
uçurumlar falan -ulama araları
habersiz elbet aynalardan -estetik cerrahlar
kurşun değdiği tende ılır -yara arsız
ekonomi bültenlerinden umutlu piyasalar
boş böğrümde bir dikit
ağır.

ceza sahası mahşer provası
ben tek kişilik baraj gibiyim!
oysa şeyhim kehribar bakışlı,
-balı dalında kuru
dua niyetine aftershave
yüzüm gül bahçesi sanki
ahım.

ama bu çilehanenin duvarlarında priz yok
kapalı mobille bir
rakamla 1 saat şarj
dayanamıyorum şeyhim
bu imtihandan kaldım artık muaf sayılırım imandan
muskam geçersiz eczanelerde
-eyvah.

sevgili şeyhim,
ömrüm farzını kılmadığım rekatlarla dolu
kiramen katibin ve prospektüs
doz aşımının neresindeyiz?





Çağdaş Ünbal



19 Kasım 2014 Çarşamba

Bir Garip Savunma Sanatı


bir adam çiviyle ayasını yontuyor
üstelik ortada geçerli hiçbir kutsal ruh da yokken

daha evvel de
ayaklarına bağlanmış taşlarla 
salonun orta yerinde durmuştu öylece
bazen suyun üstünde de nefes alınamaz' 
diye not düşülmüştü ajandalarda
elbet herhangi bir cumartesi gününe ağustosun 

güvercinlere bakmaktan başının döndüğü bir ikindi
toprağa mektup çizmişti adam
evet bazen toprağa mektup çizilir-de-
güvercinler onu taşıyamaz
yer yarılmaz,
kalkılır gidilir
belki uyunur
-siz de bilirsiniz.

hayır ağlamıyorum
onlar benim süt dişlerim

meyhanenin naylon masa örtüsünde ay düşledi adam
akşam olmak üzereydi
üstelik meyhanenin bir çatısı vardı
kalkıp gidilemezdi işte
siz de iyi bilirsiniz ki
kalkıp gidilemez genelde
yer çekiminden ilgisiz nedenlerle

-tam da o saatlerde
kimliği belirsiz kişilerce-
'sıkıldıysan televizyonu açayım'
diye yazılıyordu lisenin duvarına

lunaparkta bir lira karşılığı yumruklanan makinelerin karşısında
öfke biriktiriyordu adam
dokunsan ağlayacaktı ama
daha neşet ertaş'ın sağ olduğu günlerdi
bilirsiniz işte
insanı ayakta tutan şeyler vardır
onlar gider 
siz duyma yetinizi kaybedersiniz

bir adam çiviyle şakaklarını yontuyor
siz de biliyorsunuz.




Çağdaş Ünbal




12 Kasım 2014 Çarşamba

Selvileme


'senin dal boyunda yara beslenir,
bilirim de..'

taşradır bu
hangi köşeyi dönsem ayrı keder
'parklarda banklar' da ne güzel tamlama!
kışlar soğuk ve yağışlı
şu patiklerimi yamasana

üstelik ritmi kaçırmış saz gibiyim biraz
birkaç telim de noksan
ve sen
ayın ondördü gibi vuruyorsun seyrime
gitme öyle, ben de şaşkınım
beni biraz uyutsana

yönetmelikler jilet olmuştur gül sakallarıma
direncim artmış, öfkem sararmıştır
tamda adam olacak çağımmış gibi
yıkılma ardıma
sana zahmet tabureye vursana.



Çağdaş Ünbal

10 Kasım 2014 Pazartesi

Geçenlere..


kim geçmiş maviliğinden gökyüzünün
suyun serininden
yükseğinden dağın

kim bir avuç zulmü sığdırıp bileklerine
bırakıp gitmiş kuşları

ki kuşlar
kutsal kitabıdır gökyüzünün

belli efendim besbelli
bu illegal bir varoluş destanı.




Çağdaş Ünbal



2 Kasım 2014 Pazar

Karanfil Ağıdı

                      "acı insana her şeyi söylediyor."
                                                muharrem ertaş


ve anılar
hep bu uzun kış gecelerinde
insana geçmişinden gün biçtiriyor kendine

soğuk salonlarda bir karanfil
kırılıveriyor
tam da sevgiliye uzatılacak yerinden
akıl alır şey değil
bir karanfil kırılıveriyor
tam da sevgiliye..

çatılar poşetinden henüz çıkarılmış
sabırsız bir jileti andırıyor
dizlerimden aşağısı protez
beni bırakın siz kaçın-
diyemiyorum
-lütfen birlikte ölelim.

diş fırçalamayı
müfredata kim koymuşsa bırakın o uyusun
siz kalın
daha çok izmarit
daha çok küfür
bir yarayı anlamlandırabilir

sonra,
belki yıldızlar
gecenin dikiş izleridir
ve bizler
kuruyamayan kan damlaları yeryüzünün
LÜTFEN güneşe çıkmayın.




Çağdaş Ünbal


26 Ekim 2014 Pazar

Bir Günün Otopsisi


irin içinde kalmış gecelerden
çok yoksunluktan
kavruk anılardan biraz da
de ki varamadın sabaha

sise sığınmış sokaklardan
sandalyeleri ters çay bahçelerinden
ağsız, oltasız deniz kenarından
yollandın da kendine
kuşlar geldi aklına, gökyüzü,
istasyon, mandalina bahçesi, bahar,
pazar kalabalığı,
savruk bir kadın ve gölün sakinliği
de ki saplandı şakağına ağrı
dönmüş bulundun eve

kapıda karşıladı seni
irin sinmiş bir ev
çok yoksunluk
kavruk anılar biraz da
zor attın kendini balkona
yüzünde bir rüzgâr oynaşıyor kirpiklerinde
uçamayacağını biliyorsun da
kollarında bir hafiflik
soğuyor bedenin.




Çağdaş Ünbal

19 Ekim 2014 Pazar

Güzelleme 17


ben seni sevmenin müdavimi
sigara jelatinine adını desenleyen
eski dilde sevda düşkünü

bak Leyla bu soluduğun çöl
kent desen cehennem
ben Mecnun'un yalın ayağı

sana bahara belenmiş şiirler yazacağım Leyla,
hiçbir aktarda bulunmayan çiçek kokularından'
-diye başlayan şiirler
basbayağı bir dua.






Çağdaş Ünbal

8 Ekim 2014 Çarşamba

Sen Bendir Tutarken Dişlerimin Terlediğidir.


kalbimdeki yolların şekilsizliğine inanıyorsun da
tenimdeki lastik yanıklarına mı..

diyelim saat 16da çıkıldı yola
ve üstelik kar kış olsun Tunceli'den bu yana

serin ve leş gibi ağızlarla sigaraya dadandığımız molalarda
yürek horozunu çekmiş
parıldıyor olsun gecenin burcunda
varılmaz değil de
ovada dara düşmüş dağlıya benzer birazda
adımı yüksekten,
kayadan kayaya seker gibi
kendini belli ediveren bir bakışta

en çok bizim bavullarımız illegaldir
yüzümüzde kış yanığı bizi parmakla göstertir
inat etmiştir bir kez
ve diyelim bizim hünerli gözlerimiz çakmak çakmak
dişlerimiz bilelenmemiş
yunan sınırından ötede tanrıların düşüğü
bir garip muamma; sevdadır taşıdığımız

şehre gökten düşmüşüzdür
tan terminalde ağarır.




Çağdaş Ünbal


https://www.youtube.com/watch?v=2Z1fEjQp5Uc







22 Eylül 2014 Pazartesi

Bu Bir Bayt Kaybıdır (2)


İki-
şiiri formüle edenler var, ayıp


Üç-
mum piyasasındaki gelişme
romantizme darbe vuruyor


Dört-
şemsiye piyasası hakkında konuşmak istemiyorum


Beş-
bir kedi kuyumcunun önünde gerine gerine uyuyabilmeli


Altı-
içimizi acıtan duyguların yazılı ifadesi gramajda hafif


Yedi-
yalnızlık, cenneti izlediğim cehennem locası


Sekiz-
bir japondan hara-kiri'nin inceliklerini dinleyecek kadar japoncam yok. ama mevzuya hakimim


Dokuz-
on dokuz yıl evvel bir teneffüsde başlayan bank yalnızlığımın istikrarı. henüz ismi yok


Dokuz(a)-
önceki maddeye ilişik; kırmızı kurdelanın iğnesi kalbime batıyor. okuyabiliyorum


On-
ömrümün en güzel ayarını mezarlıkta yedim


Sıfır-
şiire inanıyorum.





Çağdaş Ünbal

7 Eylül 2014 Pazar

Alıç Dalında Ay*


bence de 'yüce dağlar olmasaydı'


gözüm kapalı geçerim
bir kulaçta okyanusları
makamlar arası seyahat için bu nasırlar
nihavend dediğin bahar kuşudur dört kanatlı
ve zifiri odamın tavanında yıldızlar
uyandırsam baharı derim
bir çarşaf ser rüya ile aşkın arasına
bak kaybediyorum dengemi
yağmur başlar/bardaktan boşalırcasına!

bunları kendime de demezdim
sıvışmasaydı ağrılarım arasından bahar
ve gün batımı misali saçları
hani harabeye dönmüş gözlerime
define edasıyla sallamasaydı kazmayı
inada düşmez
alırdım çiçekleri içeri, çekerdim perdeleri
bir dua bir dua
allahım biliyorsun yoksunluk fena
ve şükür
çiçeksiz bahar düşürmüyorsun aklıma




Çağdaş Ünbal



http://www.youtube.com/watch?v=W3ZL_6AbX2g


Mini Röportaj


'sağlam atları vurdurtur olasılığın'
                                         a.özsönmez



-       :  ya yarışı kaybeden, kalbi kırık atları?
a.ö   :  abim müsait değilim.


5 Eylül 2014 Cuma

Bu Bir Bayt Kaybıdır!


bir.

realizm hiç ölmüyor
idealizm öyle mi.

iki.

bilhassa akşam yemeklerinde
bir ağlamaktır çöküyor tencerenin dibine

üç.

annemin tülbendinin üçte ikisi gözyaşı
kalanı dua

dört.

öyle kötü şiirler yazıyorum ki
bazı gecelerim kelimelerden af'dileyerek geçiyor

beş.

yirmi dokuz yaşın kendine has bunalımı var
daha kitaplaşmadı

altı.

bütün ribaundları onlar aldı

yedi.

ağır ölüm üzerine deneysel çalışmalarım var
deneğe kötü davranmıyorum

sekiz.

artık özgürlük de aslanın ağzında
aslan da aslanmış ha!

dokuz..

kimse pikniğe otobüsle gitmiyor artık

on.

hastalık hastası olduğumu düşünüyorum
(bu bir semptom)

onbir.

zaman kendini de eskitiyor
güncellemeleri oylamak istemiyorum

sıfır.

şiire inanıyorum.





Çağdaş Ünbal

2 Eylül 2014 Salı

Garipseme 207


tuttum bir ucundan
dünya denen illetin
-ellerim
cehennem tatbikatından yaralı dönen, eksik-

-nabzım, saat yönünde şuur kaybı-

-ve ufalıp heybemde dağlar,
birer ikişer vursun diye kıyılarıma
.
bir göz odada
çoğalıyor dünya.

korkuyorum.




Çağdaş Ünbal







24 Ağustos 2014 Pazar

Tuzluçayır'da Bir Akşam

Gökyüzü yeryüzüne karşı bütün donanımlarıyla taarruza geçmiş ve ilk gözüne kestirdiği Mamak civarı olmuştu. Yoksa yağmur damlalarının insan vücudunda bıraktığı acıyı anlatmak mümkün değildi. Bu bildiğin savaştı. Ve bu savaşta arada kalan Semih, kendini can'siperane Erkan abinin kahvesine attı.  Şükür; sığınak, ilkyardım; çay.

Meteoroloji deneyimsel verileri (ki bu istatistiksel veri oluyor) bilim süzgecinden geçiren hatta geçinen kurum olsa da hayatın deneyimleriyle hiçbir şeye kesin gözüyle bakmayan Semih tabi ki sallamamıştı sağanak uyarılarını. Çünkü bugüne kadar neyi salladıysa dönüp dolaşıp götünde patlamıştı. İşte deneyimin duygu süzgecinden geçirilmesi bu. Fakat bu konuda akademik çalışma yok.

Ertan abi kahvede çarşafa müsade etmeyince çayın yanına samsun parlattı Semih. Gerçi kapalı alanda tütün mamülü yasak olsa da Ertan abi müşteri kaybetmemek için bu yasağı pek sallamamış, baba yadigarı kahvede yasak sonrası tek değişiklik metal küllüklerinin yerini çay altlıkların alması olmuştu. Burası Mamak'tı. Çöplüğü, cezaevi, askeri ve bitirimi ile meşhur, dayağını tatmadan ayrılmayı tavsiye etmeyeceğimiz gözde bir kuyu.

Semih ikinci çaya müteakip üçüncü samsunu ateşlerken yağmur yerini ceviz büyüklüğünde doluya bırakmıştı. Gökyüzü kararlıydı. Çiçeğe durmuş dalları kıracak, ürünün pazar fiyatını yükseltecek, halkın alım gücü düşecek, anarşi boy'gösterecek, hükümetler devrilecek ve yeryüzünün sonuna doğru koşar'adım yaklaşılacaktı. Kanalizasyonlar durumu çoktan anlamış, logarlardan pislik kusuyor, elektrik umutsuzca gidip geliyor, Mamak sonun başlangıcına evsahipliği yapıyordu.

Dördüncü sigaranın üçüncü nefesi Semih'in cigerleri ile buluşurken beş yüz metre ilerideki evine ilk su dalgası merhaba demişti. İki göz odanın birinde Semih diğerinde güvercinler kalıyordu. Kentin kıyak kuşcularından ustaca çaldığı güvercinleri bu odaya kapatıyor, müşteriyi kepçeleyince güzel fiyattan okutuyordu. Limonu, arabı, paçalısı, mardini derken Semih'in bir göz odasında beş tane cillop gibi doğan slx yatıyordu.

Televizyonda bonzai haberi dinlerken nereden çağrışım yaptı bilinmez ama aklına güvercinler düştüğü anda kendini sokakta buldu Semih. Siperden çıkan Semih'i gören gökyüzü taarruzun şiddetini artırdı.  Semih adımlarını sıkıştırarak karşılık verdi. Bahçe kapısını açmak gibi bir alışkanlığı yoktu, üzerinden atladı. Güvercinlerin olduğu odaya yöneldi. Kapıyı açtı.

Oradaydılar, tavana yakın tüneğe dizilmiş halde gökyüzünün göğsüne takılacak madalyayı andırıyorlardı.




Çağdaş Ünbal


16 Ağustos 2014 Cumartesi

Mevsim Salata Sirke İster.


başarısız intihar girişimleri gördüm,
yanardağ menzilinde petrol kuyuları
papyonsuz avukatlar
aman ne ayıp

mutsuzluk üzerine yakın çekim
                                iç mekan
                                tekli çekyat
aman sabahlar tez olsun

ben cam kenarı istememiştim muavin bey
bak koltuğumun pozisyonu dik
yüz hatlarım oldukça silik
ötenazi servisi ne zaman başlayacak acaba?

sol yanım da fena tutulmuş ayol,

ve bu minval üzre
dünya ile aramızda
şiddetli geçimsizlik söz konusu
                                  memur bey
boşayın bizi.




Çağdaş Ünbal

15 Ağustos 2014 Cuma

Saka Kuşunun Düş'üdür.


..
dağlarda eşkıya
ince bir yel gibi
          demeye getirir şair
çünkü kent
dört tarafı sustalı kara parçasıdır
           diyemez

o söyleyemeyişi
çam gövdesinden öğrenmiştir ki
           pektir

yel ve yağmur damarlarını sessizce çoğaltır
o kadar çoğaltır ki
insanoğlu körebede daha o sayıya ulaşamamıştır
çünkü gizleneni dürten merak kördür
                        çam dingin/şair kanser

diyecek başka kelam yoktur
çam,
sal iken de suskundur.



Çağdaş Ünbal



http://www.youtube.com/watch?v=3oxgTB13hHI

11 Ağustos 2014 Pazartesi

Yolda.

parça tesirli patlayıcılar kur
eriştiğin noktasına usunun
damarlarında vivaldi
parmak uçların arabesk
bir çırpıda yarala hatıralarını

çekip gitmeyen bir sen değilsin
bak bu gece
bak bu kan-
bak bu -ağlayanlar
tetikte hepimizin parmak izi

ve sevda niyetine
göğsümüzde bir plastik mermi

gecenin orta yerine kurulmuş
y'aşevi gibidir şiir, soluklan.







Çağdaş Ünbal


9 Ağustos 2014 Cumartesi

Garipleme 352


sen böyle güldükçe
kansere çare bulunur,
marsa hamak da kurulur.

evinden denize giden yola 
ben istiyorum ki bank olayım
sen de gül olayım,
şairlerin gömlek cebinden intihar çalayım
yuğayım bir bir saçlarını
kokular süreyim caddelere
kitap fiyatlarını kırayım

sen böyle gül
ben şiir dizmeye çabalayayım,
bocalayayım, ziyan olayım.




Çağdaş Ünbal



4 Ağustos 2014 Pazartesi

İlk Müdahalesi Gecikmiş Şiir.


demlikler dibi ah.

ağustos öldürür küpe çiçeğini
ve ter
tüh bu yaz geceleri
iyi ki kamelyalar, buzdolapları
bir ayağı noksan vantilatör

tıkır tıkır işleten saati
iki adet kalem pili

musikiye zehr'olan sıfatlar
rast'gelinen frekans
ısınan yeryüzünün buharlaştırdığı su
safi rakı

uzakta olana sarılan an
-dışında
bir ben var benden içeri
ağustosu çizemeyen
balkon konsu
ve dişi kırlangıç müptelası

tükürük içinde aynalar
-ama bunu yazma-
mikrofiber bezden arda
gazete sayfalarında tarihi adım,
çığ demokrasi sarı bikini
yansımalar günaha gebe
politika sayfası eski ulema

mısır koçanından
mavisinden sonra
neden şen olasın Ürgüp
bunda gülünecek ne var?




Çağdaş Ünbal

21 Temmuz 2014 Pazartesi

Nikotin 1,1 mg


akşam'üstlerinin zehrini damıtır
başıboş kırlangıçlar
bulvarlar dolup boşalır
perdeler çekilmez bazı evlerde
bu, daha ölmek istemiyorum'un sanskritçesidir,
dil bilimcilerden ötedir
arkeologlardan ve diplomatlardan
çünkü ben
on altı dilde "ölmek istemiyorum" diyebiliyorumdur

bulvarları süpüren kalabalıktan
ve allah'ın yalnızlığından muafım ya
dünya ile arama çekeceğim perde
zaman zaman da sokağı soluyabileceğim
ortancalardan yahut kör bir neşterden olmalı,
yaralamalı
bir de biliyorsun bazı yaralar kokar
dil bilimciler üzerinde durmaz
diplomatlar kadeh kaldırmaz, kanar
kanasın, kanmalı

bulvarlar dolup boşaldıkça
yine geldikçe kırlangıçlar
kalabalıkta allah seçilir

damarlarında
yüksek dozda
şiire rastlandıkça kadınların
kırlangıçlar damıtmaya devam edecek akşam'üstlerinin zehrini
ve durmadan kanayacak perdeler
dışarıda olana çevirecek allah
"ölmek istemiyorum."




Çağdaş Ünbal

15 Temmuz 2014 Salı

Garipleme


sen hatırıma düşünce
istasyon sıyrılıyor nemden

bekleyen,
bekleneni
kucaklarken,
dünyayı eğerinde taşıyan yılkılar bende soluklanıyor

bir tek şiir kalıyor
şairin keder yeşeren düzlüklerinde,
ekmek ve tütün kuruyor

sen hatırıma düşünce
çabucak geçmek istiyorum*
önce sana sonra sana
sonra tekrar sana..

bulvarlardan aşıp leon tabelalı pastaneleri
denize ulaşır gibi bir kıyı

sen hatırıma düşünce,
yer kabuğuna ağır geliyorum.




Çağdaş Ünbal





7 Temmuz 2014 Pazartesi

Kitaplar Göçü 1


Tramvayın tüneli andıran koridorunda yürüyüp sonuna ulaştılar. Burası, bu ilginç tren devşirmesinin diğer bölümlerine bakınca geniş bir ovayı andırıyordu. Evet, belki oturulacak yeri yoktu fakat oldukça genişti. Tramvay hareket halindeyken dört yanı izleyebiliyor, sıkıldıkça da kapanan kapıya hamle yapıp tekrar açılmasını sağlıyorlardı. Kapısı açılınca hareket edemeyen tramvayın sürücüsü bu temmuz sıcağında çıldırabilir ve belki onları yaya bırakabilirdi. Oldukça heyecanlı görünüyordu.

Ahmet ve Oktay liseye geçmişlerdi. Bu geçiş ne kutlanmış ne de yerilmişti. Olan, olması gerekmiş gibi bakılıyordu. Oysa kimsenin olacakları kestirebildiği yoktu.

Bu sıcak temmuz gününde yaza yayılacak bütün işleri yaptıklarına kanaat getirdiler; bisikletle uzaklara gidilip, dönülmüş, pazarda su satılmış, kayısı çalınmış, dizler yaralanmış, araba yıkanmış, mahallenin kızlarına yazılmış, toza bürünerek futbol oynanmış ve yeterince sıkılınmıştı. Ahmet ancak zaman makinesini icat eden insanın duyacağın bir kıvançla ortaokul kitaplarını satmayı önderdi. Ahmet'in babası dolmuş şoförüydü. Efendi bir adamdı fakat her dolmuş şoförü biraz fırlamadır ve Ahmet bu genetik mirası yerine getirebilecek kapasitede bir çocuktu. Fikir Oktay'ın aklına yatmıştı. Biraz para kazanmak fena olmazdı. Oktay'ın babası belediyede çalışıyordu. Efendi bir adamdı fakat solcuydu ve Oktay, bu genetik mirası sürdürmek için oldukça lümpendi.

Ahmet'in fikri bir anda alevlendi. Evdeki kitaplar hayalden süzüldü, kalem oynatılmamış test kitapları, müfredatın sıkıcılığından açılmamış fakat kenarına isim yazılmış ders kitapları, evet, evet hazineydi. Bu berbat temmuz günü ancak para getirecek aktivite ile şenlendirilebilirdi. Derhal evlere yollanıldı.

Yaz günü evlerin o basık sıcağında kimse durmaz. Belki eski bir türkmen geleneği kim bilir; sıcaklar bastımıydı yükseğe çıkılır. Ev alçaktadır, izin alınacak büyük yoktur, türkmenler çok yaşasındır.

Ağırlıklarının bir kaç katı kitabı naylon poşetlere doldurup yola düşmek en fazla yarım saatlerini aldı. Kabilesinden uzaklaşan yerliler gibi korkuyorlardı aslında, çaktırmıyorlardı. Hedef Rampalı Çarşı'ydı. Evet Rampa.

Bu şehirde kitapçılar tek yerde toplanmıştır. İlginç bir mimarisi olan Rampalı Çarşı, kitap sektörünün her şeyidir. Altısı yerin üstünde, üçü yerin altında ve biri cehenneme yakın olmak üzere aslında on katlı bir kuledir. Esnafı birbirini sevmez Rampalı'nın. Ee neticede bu kadar peygamberi bile bi araya koysan illaki hır ve gür şekle'şemale bürünür. Yine de geçinip giderler. İkinci eli yok pahasına alıp, çok pahasına satıp, yeni yetme kitap aşığı solcu gençleri sömürüp ekmeğinin derdinden geçip reçelin derdine düşer esnaf. Bir yönetim kurulu, iki güvenliği, bir tuvaleti, bir mescidi, kırk iki kitapçısı, dört müzik marketi, altı fotokopicisi, bir terzisi, iki elektronikçisi ile rampalı, kitap arayanların uğrak yeridir.

Ahmet daha sokaktan çıktıkları anda günün krokisini kafasında çizmişti. Kitaplar satılacak, döner yenecek, limonata içilecek, oyun salonuna gidilecek, şapka alınacak ve tramvay rezilliğine kapılmadan dolmuşla eve dönülecek. Ahmet, babasına benziyor, kendisi bilmiyor, Oktay biliyor, babası mutlu ve annesi endişe ile kaplı.

Rampalının üç girişinden en popüler olanı duraklara bakan kapıdır. Tam bu kapıdan girerken Rampalı'nın mescidinden öğle ezanı okunmaya başladı. Ahmet, Oktay'ı kolundan çekip durdurdu. Öğle namazına giden esnaflara bakarak ellerindeki kitapların değer kaybetmesinden korktu. Bir süre parkta oyalanmayı önerdi. Öğlen saati olmasına rağmen otobüs durağının ardındaki park çok kalabalıktı. Çeşmeden su içip bir bankın ucuna iliştiler. Birbirlerine çaktırmasalar da oldukça yorulmuşlardı. Kolay değil üç koca yılın müfredatını taşımışlardı; Newton, Sait Faik, Hz Ali, Kazım Karabekir ve niceleri. Oktay, poşet kesiği ellerini ovuştururken kitapların ederini hesaplamaya çalışıyordu. Ne kadar isteseydi, kestiremiyordu. Ahmet ise çoktan oyun salonundaki oyunlardan hangisini oynayacağını planlıyordu. Güneş kızgındı. Uluyan bir köpeği andırıyordu, öfkeliydi. Ahmet ve Oktay terliyordu, öğle namazı bitmemiş miydi?

Açlık kendini hissettiriyordu. Bir an evvel kitapları elden çıkarıp dönere yumulmalılardı. Hatta Ahmet gümüş kolyelerin satıldığı tezgahın başında bu kadar oyalanmasa şimdiye oyun salonundalardı. Böyle düşünmüştü Ahmet.

Namazı eda'edip yağlı kebabı mideye indiren esnaf sinek avına çıkmıştı. Soda ve kürdan arayışı bu ürünleri neredeyse karaborsaya düşürecekti. Ellerinde poşetlerle etrafı süzerek ilerleyen iki çocuk soda ve kürdan popülerliği altında eziliyorlardı. Dükkanların önünde taburede oturanlar hayat belirtisi göstermek adına inilti şeklinde sesler çıkarıyor, bir yandan da gelip geçeni izliyorlardı. Kimse oralı değildi. İlk izlenim Ahmet ve Oktay'ı sarssa da kitapları güzel fiyata satacaklarına inanıyorlardı. İşi olmayan bir fotokopici Ahmet ve Oktay'ı lafa tuttu. Kitapları almayacağı belliydi fakat piyasayı inceler gibi bir hali vardı. Ne kitaplarıydı onlar, kaça satıyorlardı, en son kaç olurdu, nerede oturuyorlardı, soruların ardı arkası kesilmeyince babasının genetik mirası Ahmet'e yol gösterdi, sıyrılı'verdiler adı Yusuf olan, armuta benzeyen, dikkatli fakat boş konuşan şu fotokopiciden. Binanın inşasına tamamen ters yönde yürüyorlardı ki bu yokuş çıkmak demekti. Kazım Karabekir Newton'u öldürse hakkıydı. Poşetlere genel bir umutsuzluk hakimken Din Bilgisi kitabı fıtratına uygun olarak tevekkül halindeydi.



Tüttüren Kartal.



6 Temmuz 2014 Pazar

Ritmik Yalnızlık Üzerine


                                                              'sigara paketinde akineton taşıyanlara'



hipodrom dediğin
kalbi kırık atların figüran olarak yer bulduğu filmin
yazlık sinemadaki gösterimidir bir bakıma

öğlenleyin çekip perdeleri
dört'nala geçerken ikindileri
kalbi kıran tüm zaman dilimlerini ifşa ediyorum
çünkü
kalbi kırılmış olan
kalbi kırılmış olana yol göstermelidir,
çiçeklerin
ve şiirin içinden geçilecek vakitleri söylemelidir

yoksa bu insan selinin ortasında yönünü şaşırıp
geçebilir akşam'üstleri
büyük bulvarlardan büyük kederlerle
hırçınlaşıp,
pres kaplamalı umudunu asabilir zabıta telsizlerine

bunun kahrını seyyar satıcılar
ve ruhsatsız sevdalılar bilmezler

lunaparkta elektrik kesilince
kursağındaki mutluluğu kusanlara sor

çünkü eve dönmek..





Çağdaş Ünbal



21 Haziran 2014 Cumartesi

Gecenin Ardından Gelen



şehir
perdelerini
sana açar,

soluklanır içimde dünya telaşesi.




Çağdaş Ünbal







19 Haziran 2014 Perşembe

Düş'ün Estiği


en beğendiğimiz vakit akşamüstüydü
kederler 
kavaklar boyu polen
herkeste bir alerjik akut 
ne kadar takvimize
ve dizi formatında baharlar

oysa kervanlara saldırırdı yıldızlar
hallaç eder, savururdu
bir zamanlar öyleydi
ince hastalığa sürüklerdi adamı, sevdalar

ne zaman ki
pirinç ayıklarken taşı incitmeyen kadınlar,
kenarlarını gün'aşığı sarmış
daracık bir yoldan
ufuk çizgisinin üstünü örtmeye gittiler bir bir
o gün
çölü şehre taşıdı kırlangıçlar

kuraklık,
mevsim normallerinin üzerinde seyretti
ve artık kimse
kızına çiçek adını vermedi asla.




Çağdaş Ünbal



11 Haziran 2014 Çarşamba

Bir Garip Doğum Günü Hediyesi


kuşlar elif baktığında
-ki bu papatyaların boynunu eğdiği andır
sağanaktan sonra-
kiraz sapını andıran kanatlarımla
gök kuşağını asmaya çıkacağım gökyüzüne

kuşlar elif baktığında diyorum
ÇÜNKÜ bu
kuyunun Yusuf zamanıdır
yani;
Yusuf'un parmakları birer şamdan
karanlık ve ıslak duvarlarında kuyunun,
ay büzülmüş, sığmış gibi gözlerine
Yusuf mu kuyu'dadır
kuyu mu Yusuf'da

bir garip muammadır aslında
ankara'dan bakınca,

sonra neresinden bakarsan bak
çürümüş kiraz yaprağını andıran kulaklarıma
sarhoş bir çarşambanın gece yarısı
düşsün diye Yusuf'un sesi

kuyu derin
Yusuf allah dostu
ve şirk;
-the person you have called can not reached at the moment please try again later-




"Bu kadar delili gördükleri halde, sonra yine de Yusuf'u bir süre için zindana atma düşüncesi ağır bastı." Sure12/Ayet35




Çağdaş Ünbal



9 Haziran 2014 Pazartesi

Hasrettir.


çünkü bahar
bacımın gözlerinde soluklandı bütün kış
ve aç
mevsimsiz sarılmalara

saksısını büyütmeli sardunyaların.



Çağdaş Ünbal


6 Haziran 2014 Cuma

Gökyüzüne Küsen Çiçekler.


şirke koşasım geliyor dört nala
serv mağarasında bir yılan olup 
anlaşılmayı ummak adına. 


pencere pervazından sarkan çiçek
intihara meyletmişse kim bilecek

onlar ki gökyüzünü ortalayanlar
ısınmış tüfek namlusu gibi yanarken bakışları
serin bir söğüt gölgesine
yahut göle kıyısı olan bir köye-
sığınmayı dilerler

çatışmadır-
sağ kalanlar gökyüzüne bakmayı sürdürürler
zafer alametidir bi bakıma
kansız geçen çatışmanın sonrasında
ve belki kalan günlerinde
kahverengi gözlerini toplu iğneye iliştirip
asarlar bir ucuna gökyüzünün

ayrıca
düğünden erken kalkmak
psikiyatriye temel,
pencere pervazından sarkan çiçek
intihara delil
OLUŞTURMAYABİLİR.

yaşamak,
kek kalıplarına sığıp
pencerelerden taşan
uzun ve sancılı bir intihar biçimidir belki

bunu kim bilecek Ayfer
ölür gibi yaşayanlardan başka




Çağdaş Ünbal

1 Haziran 2014 Pazar

Fikr'i Derya


serin bir yaz ikindisi
beyaz boyaları tuzdan kavrulmuş
ve elbette mağrur bir vapuru düşünmek -denizde-
düşünmek,
kapı önlerinde bekleşen bütün kadınların fikrinde -denizi-
düşünmek bozkırın susuzluğunda

ey mavisi denizin
yağmura döl olacaksın
-coğrafyam şairliğimden iyidir,
bilirim-
gök yağmura gebe düşecek ya
dağılacak pazar yeri
saçakları dolduracak kuşlar
çatılar toz dökecek

ve ben
ellerimi gömüp cebime,
sessizce çekilen ah'ların kıyısında it gibi gezeceğim

tersaneye çekilmiş insan bedenleri
birer ikişer salınacaklar gökyüzüne,
bir baba eli dolu dönecek eve

heyhat,
ey yüreğim!
bak da gör
bak da gör nasıl tutunur insan yaşama
kapı önünde yahut vardiyada
denizin ortasında belki
belki bir kaç tonluk teknenin altında
nasıl düşler yağmurun incecik düşüşünü

ey yüreğim
sen ki
baştan ayağa hem kiri hem pasısın adem'soyunun
bak da kör öl.





Çağdaş Ünbal

25 Mayıs 2014 Pazar

Payımıza Düşen


kabil'in elindeki taşla
kuyu örmüşler yusuf'a
yıllarca kulaktan kulağa fısıldamış zalimler
kerbela'dan kum taşımışlar soluğumuza

sonra ruslara kalmış sıcak denizler,
kumsallar ve rakı

biz
bize
mezar kazmaktan
kaldıramamışız başımızı

gök maviymiş
kuyu derin.



Çağdaş Ünbal

12 Mayıs 2014 Pazartesi

Bir Hatıram Var, Hatırlamadığım.


-yüreğim geriliyor-

uçlarından çekiştirip iki kız çocuğu
saat yönünün tersine sallıyorlar
yetmiyor, bir de
kısacık saçları olan
mavi kazaklı bir kız çocuğu
kelebek kalbiyle senkronize zıplıyor etrafımda
bir, iki, üç, dört
yüreğim soluk soluğa
akşamın olmasına çok var mı?

babası işten dönerken
bilhassa bu yolu kullanıyor.
kürek tutmaktan sertleşen ellerini daldırır gibi ılık bir suya-
okşasın diye kısacık saçlarını
bilhassa diyorum
bilhassa bu yolu kullanıyor
kırk, kırk bir, kırk iki, kırk üç

babam gelene kadar zıplayabilirim diyor
dilimizi müthiş kullanıyor
ve üstelik haklı, zıplayabilir
yetmiş üç, yetmiş dört, yetmiş beş
-yüreğim daralıyor-
uzun saçlı kızlar hile yapıyor
kısacık saçları olan
mavi kazaklı kız dayanıyor

-yüreğim boşa çıkıyor-

babasının yevmiyesine ekleyip yüz dört sayısını
acı'acına kalkıyor sofradan
ve unutmadan
yarın daha çok zıplamak için güç diliyor gökyüzünden
dua ile

-yüreğim dış kapıya asılıyor-

iyice bakıyorum
kısacık saçları olan
mavi kazaklı kız çocuğunun dizini düşleyen tok sokağa

aç kalkıyorum dünyadan.



Çağdaş Ünbal

11 Mayıs 2014 Pazar

İş Başvurusunda Kullanılamayacak Öz'geçmiş


Bazen insan bir bankta, sırada, ykm önünde, garda, cumhuriyet meydanında (ki her şehrin mağlubiyet meydanıdır bi bakıma), parkta, çay bahçesinde, kafede, terminalde, yol ortasında, kapı önünde -belki rüyada- lisenin bahçesinde, amfinin bir ucunda bir'ini unutmaya karar verir. Hayat akmaz. O gördüğünüz su'dur.

saç diplerinde yanardağlar alevlenir,
balkonda unutulmuş sardunyanın susuzluğu
boş meyhanelerde sessizlik biriktirir.

yıllar ötesinden bir ses
gelir başucuna kurulur sofranın
şairler kalem çekmişken
gecenin karanlığına karşı
uyumak gayret gerektirir.

sonra gelir aklına
gözlerini tavana diktiğin bir sabah
alnının ortasına nakşedilmiş bir sardunya gibi
sevgilin.

tütündür,
bastığın yarana
sahi kış pek çetin geçmiştir
donu daha çözülmemiştir göz pınarlarının
-yüreğini güneşe sermenin vaktidir.-

Bazen insan bir parkta, otobüs durağında, pazarda, cumhuriyet meydanında (ki her şehrin galibiyet meydanıdır bi bakıma), çay bahçesinde, sinemada, bakkalda, yürüyüş yolunda, tribünde, lisenin bahçesinde, amfinin tam ortasında, metroda, balıkçıda, uçurtma festivalinde bir'ine rastlar. Hayat akar. O gördüğünüz su değilse,

her papatya
bir şiirdir.




Çağdaş Ünbal

26 Nisan 2014 Cumartesi

İntiharın Arka Bahçesi.


o güzelim dallar
eksik kalmış ömürleri taşır
köy yollarında

geride kalan
kız kardeşlerin hatıratını karaya boyayan
derin kuyularda serin
dipsiz suskudur-ah
sönmüş yıldıza benzer gökyüzünde

intihardır,
en çok kız kardeşlerde açar kederi
sonra
yüzyıllarca sürer sonbahar
dal tütün tütün kokar
baharın adı kalır
solar,
kız kardeşler.



Çağdaş Ünbal

19 Nisan 2014 Cumartesi

Baharın Bıraktığıdır.


sönmüş bir yanardağ hatırasıdır
şimdi yüreğim

ve yaz
ansızın dönünce köşeyi
çatlayamamış tohum gibi
kendimi tüketmede buluyorum çareyi

ömrüm diyorum
düşük yaptı yokluğundan

oysa
bir keresinde/
bir günde geçmiştim
sulu boyalı mevsim tablolarından

yorulurum sanmıştım,
durulurmuşum meğer.



Çağdaş Ünbal

13 Nisan 2014 Pazar

Kırılan Rüzgâra Ağıt


içimde soluklanan
ve uzakların yorgunu yel;
incecik sızıma,
gördüğüm rüyaya ant-ile

sabahları keder emzirir ay
misal çatlayan tohum,
ölüme kalan ramak
gelir bende anlam kazanır-
eklem yerlerinden kanatıp hayatımı
dağa düşmüş gün ışığına baktırır
sonra ah derim
ah
köşe başları
balkon çiçekleri
ve çocuklar
ve dağ olmanın derin kederi
ah bir ayaklansa yel
mızıkasına dağın/üflese
dağılsa kederi/yağmur olup düşse
-çünkü annem
yağmurda edilen duanın hikmetine
dağ nedir
keder nerede gizlenir
ve yel/
niye kırılır bilmezken inandırdı beni-
ah derim
ah
dağılsa yüreğimin rüzgâr kırığı
eteklerimde yağmur biriktirsem
yol yorgunu bir dağ gibi.




Çağdaş Ünbal


10 Nisan 2014 Perşembe

Oldukça Kısa Roman


Bizim kız, bizim kızın arkadaşı bir de bizim kızın arkadaşının bir arkadaşı bağa bahçeye çıkmışlar baharın bir günü. Hava da pek güzelmiş. Takmışlar gözlükleri karartmışlar cağnım güneşi-vurmuşlar deklanşörün gözüne gözüne. Sonra bizim kız demiş ki; çay içek. Aman şeker bi utanmış bi utanmış sorma bacım. Erimiş gitmiş.



Tüttüren Kartal

4 Nisan 2014 Cuma

Çapraz Radikal Bağlar


Cuma.

Pozisyon kaleye vurmayı gerektiriyorsa pozisyona haksızlık etmenin anlamı yok, vuracaksın. Hem bu forvet olmanın verdiği rahatlıktır. Kimse "niye pas vermiyon la" tarzından çıkışlar yapmaz. Sen de topa küfreder, elinle yüzünü kapar ya da en fazla özür diler oyuna devam edersin.

Top ayağımda kale karşımdaydı. Biraz kavisli ve yeterince sert vurabilirsem topun filelerle buluşmasına kesin gözüyle bakılıyordu. Kesin gözüyle bakılan bir durumda aksini yapıp marjinal oynamanın alemi yok. Kelimelerle ifade edebildiğimden daha iyi bir vuruş yapmıştım. Sağ ayağımı yere koyduğum an topun gidişini izlemeyi erteledim. Sanıyorum bazı bağlarım kıskançlık yapıyordu. Kendimi yeşil halının kokusuna bıraktım. Fakat bu öyle basit bir bırakış olmadı. -Dünyanın en derin kuyusunda mahsurum ve kilometrelerce öteden sağır bir çoban geçiyor.-  Bağlarım bu inlemeden oldukça memnundular.

Halı sahada böyle durumlarda yapılması gereken klasik hareketler bir bir icra edildi. Buz konup kenara alındım. İlk anki acısı kalmamıştı. Yoldan geçen çoban da sağır değilmiş galiba.

Acil- Doktor sağ bacağımdan nabız aldı. İlk kez ayaktan nabız alındığını görüyordum. Doktor hayretimden oldukça uzak, reçeteye bir şeyler karalamak ile meşguldü. Hızlı ve emin şekilde ağrı kesici krem ve bandaj yazıp acil doktoru olmanın vakurluğunda diğer hastalara yöneldi. Bandajı sarınca ilk haline göre daha iyiydim.

Cumartesi

Yataktan çıkarken sağ ayağımın üzerine basamıyordum. Uzatmaya lüzum yok, o gün iki defa düştüm. Sonra radikal kararlar aldım. Çünkü müsaittim.

Zaten insan radikal kararlar alacaksa canının yandığı zamanı seçmeli. Böylelikle hırs yapıp aldığı kararları uygulayabilir.

Alınan radikal kararlar ayağıma daha iyi gelmişti sanki. Sonra tekrar düştüm. Yalnızlığıma sövdüm. Tamam fiziki olarak yanımda olmayabilirsiniz de insan böyle durumlarda hassas oluyor aq. Bi ses arıyor bi destek falan. Neyse aldım radikal kararı, sardım ayağı, uzattım sehpaya.

Perşembe

Mr sonuçları geldi. Bugün dinlensin yarın koşabilir gibi bi replik beklemiyordum, kabul. Fakat "ameliyat olman gerekir" nedir lan. Doktor ön çapraz bağlarımın birbirinden ayrıldığını söyledi. Yerinde bir hareket olmuş dedim, gülümsedi. Radikal kararlar aldığımı biliyor olmalıydı.

Şimdi bankta oturuyorum. Telefonumun notlar kısmına bir sonraki acı verici olay sonrasında sigarayı bırakma kararı almam gerektiğini yazdım. Bahtiyarım.

Bu arada top filelerle buluşmadı. Takım mağlup oldu.

Sonuçta; yırtık çapraz bağ, mağlubiyet ve bir poşet dolusu radikal kararla -olmayan futbol hayatıma son veriyorum.

Çapraz bağlarınızdan öperim.


Tüttüren Kartal

31 Mart 2014 Pazartesi

Yağmurdan Kaçan Başaklar



ihtiyarın kitaplardan kurduğu tekkede içtiğimiz çayın 
öte dünyada bir hacmi vardır elbet

çocuk parklarına karşı oturmak kolay
keder kuponlarda alt biter
ya cezaevinin sokağına konuşlanan çiçekçi
bunlar hep denklemin göstergesi
ve biliyorsun
sakarya'da satılan gözlükler
bir atı kör edebilir
bu durumda gözlerimi sana dikmem
seni siyahileştirmez
beni siyasileştirir
kahrolsun bütün başkentler diyeceğim ki
ihtiyarın çayı geliyor damağıma,
susuyorum.

sokaklardan insanlara akan kaldırımlar düşlüyorum sonra
birde tabelasız hatıralar arasından
şiir mırıldanarak seğirten çocuklar
gözle kaş arasına sırat kurmuşum gibi
düşürmemek için her gideni
biliyorsun işte
kırpmıyorum gözlerimi

sende varsa eğer bu kederin izahı
söyleme;
bir kelebek kanat çırpsa yüreğinde
düzlüğümde başaklar boşalır
yoksulluk ölümle sınar, biliyorsun

unutuyorum hacmini çayın
fesleğen ekme romantizmini bir kenara bırakıp
sımsıkı yumuyorum gözlerimi

ankara'dan
çocuk parklarından
ve işporta gözlüklerden
ekinden, fesleğenden
ve yoksulluktan öte
ne duyuyorsam derinimde
kederi damıtmanın bir başka yolunu bilmediğimden, rüyadır bu
bir türlü seyrinde gitmeyen.



Çağdaş Ünbal


24 Mart 2014 Pazartesi

Siyular Üzerine


Çokça kızılderili kanının döküldüğü ve sonunda beyaz adamın silah kalibresini soyutlaştırarak kazandığı amerikan yapımı bir filmi tuzlu fıstık yiyerek izleyemezsiniz. Belki kabak çekirdeği.

Dillerinde toprağa sahip olmak ifadesine karşılık kelime bulunmayan Siyu kabilelerine kederlenirken sokaktan gelen araba alarmı için cama koşma konusunda aceleci davranmayın. Komşunun arabasıdır.

Ve beyaz adam;

"Yolda yürürken eğer ayağınız taşa takılırsa, siz yine amerikaya bi sövün." demişse de Humeyni, bana kalırsa şart aramayın.




Tüttüren Kartal.
(elbette soyadı kanunundan önce)


22 Mart 2014 Cumartesi

Şizofreni Tanısından Habersiz Psikologlara


rüzgârla yarışamam,
ruhum fevkalade na'müsait
boş ver şimdi realiteyi falan
mümkünse şu kumandaya bi uzan

sol cebimde akşamdan kalma sabır
ağzımda sigara
fikren çok uzaklarda
bir cereyan
bir cereyan
n'olur soru sormayan gözlerle susma
bu düşündüklerim safi kulunç bir bakıma.

hem
-çek şu büyüteci de gözümden-
yaşam belirtisi görmüş arkeologlar gibi
kurcalayıp durma akşamdan kalmış sabrımı

biliyorsun,
komşudan gelen şen kahkahalara iştirak edebildiğim kadar var'ım
ve bu akşam
ruhum fevkalade na'müsait
mümkünse şaltere bir uzan.



Çağdaş Ünbal


13 Mart 2014 Perşembe

Yanlış Budanan Dalların Kederi


inatla yeşermeye hazır ve öfkeli
sokağın soğuk yerlerine savrulan çocuk ömürleri-
gökyüzünün maviliğini koyup ceplerine
uzağa
çok uzağa gittiler

vakit ne gündüzdür
ne kör karanlık gece
artık huzur da arama hanemizde

yaşam
zemheri heybetiyle dikilirken önümüzde

b
a
h
a
r

yalnızca mezarlıklarda hissettirecek kendini

cemre,
yanlış budanan dalların ah'ına düşecek.




Çağdaş Ünbal

3 Mart 2014 Pazartesi

Sigara Jelatinine Mesafeli Hattat'ın Düşlediği Ayettir.



Sakallarımı gül sandım,
şirke saydım

incir olduğunu kabullenmeye hazır
ve elbet tohumken incir
dervişe kestim
soğuktu
-İklim-
coğrafya kitaplarını yakınca anlaşılır
bunu kâlu belada öğretmediler hû

tek tesbih tanesinde
bütün zamanları zikreden incir çekirdeği
yanaklarımı delen gül fidesi
bilmem kime özendi




Çağdaş Ünbal


2 Mart 2014 Pazar

Enstrümantal Duygu



Habil'in göğsündeki taş misal
nicedir durmakta
boş böğrümüzde vicdan

ve ağır
ve gül ölüsü kokan.




Çağdaş Ünbal

24 Şubat 2014 Pazartesi

Vizyonsuz Filmin Fragmanı


"artık
tel örgülerle çevrilmiştir
ıhlamur ağaçları"


ve devlet
kentsel düzüşüme hazırken
mahalle arası boş arsayı,
et değer kaybedeli çok oluyor
konduların soğuk mutfağında

fabrikalar ise artık alıştı
ıslıksız mesai sonlarına

ve elbette sevgilim, sen
öyle umutsuz baktıkça bana
iş umudunu
veresiye yazdırıyor gönlüm
kıraathanenin soluk adisyonlarına

bir üşümedir gidiyor,
sokağa salınan sıcak nefes bile
ciğerimi delen mermiye dönüşüyor
yüzümün yamalanmamış yerlerinden süzülürken
yeni doğmuş bir tay gibi titriyor bacaklarım
-eve meteliksiz dönüşten bahseden
hiçbir kutsal kitap bilmiyorum-

eskiden amorti niyetine
ıhlamur ağaçlarının altından yürürdük eve
şen olmasa da veresiyeye düşmezdi gönlümüz

kırılmıştır artık
söğüt ağacından yapılmış kale direkleri
takım küme düşmüş
mağlubiyetimiz tescillenmiştir

kahrolmalıdır
devletle çorapsız yatan.



Çağdaş Ünbal

12 Şubat 2014 Çarşamba

O'dur Kanın Oluğu.


dişlerimin ucunda bilenen sevda şiirleri
nasıl etsem de bir göç yolu bulsam,
yarin sıcak yanına salsam sizleri

kepaze akşamları
ve bütün rezil sabahları
nasıl etsem de savuştursam, bilemedim

ah
yüreğimin kırılmış yanları
ah
nasıl sarmalayayım umut merhemiyle sizleri

Kasım tarafından ateşe atılmış
derviş-i yunus şiirleri gibiyim şimdi.




Çağdaş Ünbal

Vazgeçişin Ardından


bahar
kırlangıç sürüsü gibi geçer
kalan
yarasını sarmayı unutur

ekmek kızartılır bazı evlerde
saksılar güneşe serilir
benim avuç içlerim bir keder doğurur

bütün sabahlar zemheriye çalar
dişlerim dökülür sonra
kırlangıç sürüsü kırılır gibi yağmurda

uzak mutlulukları düşlerim.



Çağdaş Ünbal



9 Şubat 2014 Pazar

Kadının Harbinde Çok Sevgi Döküldü.



Onu bir süredir takip ediyordum. Farklı olan bir şeyler vardı, bilmiyordum fakat hissediyordum. İşten çıkınca hangi yoldan yürür, hangi gazeteyi okur hangi sigarayı içer gayet iyi biliyordum. Takıntı olduğunu düşünüyorsanız eğer haklısınız. Takıntılı bir hal almıştı. Ve gün geçtikçe artıyor, daha da derinlere itiyordu beni. Bırakın onunla konuşmayı tesadüfi olarak karşılaşınca yüreğim su topluyor, ağır bir hastalığın kollarında buluyordum kendimi. Bu zaman diliminde arkadaşlarımdan da uzaklaşmıştım. Malum kendimi aşık bir hafiye gibi hissediyor, takip dışında kalan zamanımı planlar kurarak geçiriyordum ya parklarda ya odamın tavanında.

Küçük yerlerde bazı bilgiler daha rahat ulaşılır oluyordu. Bir kaç arkadaşın da yardımıyla beyimizin kimliğine dair bir kaç bilgiye ulaşabilmiştim. Ve tabi ki sanal alemin çöplüğünde aşkım hakkında nelere ulaşabileceğimi kısa sürede öğrendim. Bu araştırmalar gösteriyordu ki farklı biriydi. Ona olan aşkımı muhakkak onunla paylaşmalıydım. Anladığım kadarıyla -ki sarraf bir babanın kızıydım, o altınlara gönül vermişti ben insanlara- karşısına çıksam da tersleyip, avucumda kalan bir avuç sevgiyi talan etmezdi. Ama nasıl.

Tesadüflere ben de inanmıyorum ama varlar.

Nadiren uğradığım bir kafenin önünden geçerken onu gördüm. Bir elinde kitabı bir elinde sigarası önünde çayı sanki beni çağırıyordu. Bu sessiz daveti geri çeviremezdim. Hem burası benim için ideal bir yerdi. Tanıdığım bir mekandı ve üstelik tenhaydı. Ona doğru ilerledikçe hastalığım nüksetti, yüreğimi kargalar deşiyordu, nefes almakta zorlanıyordum. Bir metre kadar yakınıma geldiğimde artık bu dünyada değildim. Kafasını kaldırıp baksa belki cesaretlenip paramparça yüreğimden bir merhaba sunacağım ona. Fakat bakmadı. Tüm planım, dengem kaybolmuştu ve bu panik haliyle hemen yanı başında duran masaya ilişiverdim. Heyecandan ölmezsem eğer yüreğim beni öldürecekti. Gelen garsona öyle bir çay deyişim vardı ki gören yıllardır çaya hasret çektiğimi sanabilirlerdi. Bir çay içimi kadar sürede kendimi toparladım. Göz ucuyla müstakbel sevgilimi seyrediyordum. Kararlıydım, bu iş bugün bitecekti. Fakat sevgilim bu dünyadan kopmuş gibiydi. Onu dünyaya geri döndürecek kişi bendim. Derin bir nefes aldım, harbe hazırdım.

Okuduğu paragrafta cümle bitmemiş olmalı. Hayır, hayır bu olamaz. Hadi, kaldır şu başını. Hadi n'olur kaldır şu başını.

Kaldırmadı. Bir merhaba bu kadar havada kalmamalıydı.  Biri şu merhabanın ucundan tutsun ne olur, nefes alamıyorum, merhabanın ucundan tutan beni de tutsun zahmet olmazsa. Normal zaman diliminde iki saniye sürmüş olabilir, benim hissettiğim muhabbet kuşunun kuluçka süresi kadar falandı. Kafasını kaldırıp merhabayı selamlamakla kalmadı beni de bir ucumdan tutup dünyadan dünyaya vurdu. Gözlerimin içine öyle bir baktı ki miraca yükselmiş amatör bir peygamberdim ve kavmim kırlangıçlardan oluşmaktaydı. Merhaba benim için yeterliydi, bir çırpıda bugüne kadar onunla ilgili ne olmuşsa hepsini anlattım. hem de bir bir. Kıymetlilerini ortaya dökmüş bir bohçacı gibiydim, takdir bekliyordum. Ve şundan emindim; elindeki
 üçüncü sınıf edebiyat eserinden daha ilginç şeyler anlatmıştım. Sıra ondaydı. Ben nasıl ki elindeki kitaptan daha ilginç şeyler anlatmıştım o'da bugüne kadar gördüğüm tiyatro gösterilerini kıskandırırcasına, ağır hareketlerle ilk önce sigarasına uzandı. Sigarayı izmariti masaya gelecek şekilde iki kez vurdu. Pat pat. Yüreğim yırtılacaktı. Hele çakmağın tütünle buluşmasından doğan beyaz melekler nasıl uçuştular öyle havaya. Bu adam beni öldürecekti. Hayır, hayır kurtuluşum yok, öldürecekti.

Çok şey söylemedi. Ben çok şey anladım. Yaralıydı. Susmak istiyordu. Dilersem yanında kalabileceğimi ama beklentimin olmamasını falan. Yüreğim ıslanmıştı. Sarı saçlı bir erkek çocuğu elinde sopasıyla kargaları kovalamamıştı, kara gözlü bir adam kuyunun dibine ip salmıştı. Huzur doluydum. Ona sormadan garsona seslenip iki çay söyledim, baktım gülümsüyordu.

Daha da konuşmadık. Çaylar yudumlandı. Gözü kitabına kayıyordu, ben de okuyabileceğini söyledim, okudu. Zor zamanlar için yanımda taşıdığım, belki üç aydır bitiremediğim bir kitap vardı çantamda, hemen davrandım. İki saat kadar böyle sürdü. Şaka bir yana harbiden kitabı bitirmek üzerindeydim. Göz ucuyla onu izliyor sonra kitaba dönüyordum. Ne yapmam gerektiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu. İmdadıma yine o yetişti. Acıkmıştı. Kalktık.

Aylar hızla akıyordu. Durdurmak istemiyordum. Huzurluydum. Beni sevmiyordu. Ben onu seviyordum. Yanımda olmasını istiyordum. Ayaklarını uzatıp saatlerce sustuğu zamanlar bile gözümü kırpmadan onu izliyordum.

Güneşin duvarları ısıtmada yetersiz kaldığı baharın ilk aylarında bir cumartesi sabahı gözümü açtığımda karşımda duruyordu. Nasıl olur da yanımdan kalktığında uyanamamıştım. Ben de ona baktım. Evlenmeliyiz dedi. Tarihteki en kötü evlilik teklifi değildi, kabul ediyorum iyi bir evlilik teklifi de değildi. Bu bir sebep değildi, kabul etmedim. Çünkü gözlerinde baba olma isteğini gördüm. Korktum. Ya kızımıza yüreğini yakan kadının adını verirse. Yine kargalar üşüştü yüreğime. Yorganı kafama çekip gözlerimi sımsıkı kapadım.
Gören fabrika ayarlarına dönmeye çalışan nokia 3310 olduğumu düşünebilirdi. Derin derin nefes aldım. Barışa hazırdım. Yorganı kaldırdım. Yoktu. Çaydanlığın sesi geldi, demek mutfaktaydı ve üstelik türkü söylüyordu. Ses o kadar davetkar gelmişti ki yataktan çıktım, müstakbel kocama doğru yürümeye başladım. Yüreğimde papatyalar diz boyuydu. Seviyordum.



Çağdaş Ünbal

6 Şubat 2014 Perşembe

Ömrün Damıttığı Sancıdır.


kumandayı düşürmem elimden
kötü şakalara gülüp
yönetmenini aç bırakan dramalarda ıslatırım sakallarımı

belki sigarayı çoğaltırım
içimdeki zehri

kim bilir
bir mumun eriyişine
gözümü kırpmadan bakarım saatlerce
günü güne ulamanın nesi zor ki
çekip perdeleri
hayatla aramda satenden duvar örmenin
nesi katlanılmaz

sararırken meyhanelerde muhabbet
ve rakıya yaslarken aşıklar sırtlarını
burada bir çiçeğe su vermenin
ağlanacak neyi var allah aşkına!

sonra
-hatırasının üzerine kuluçkaya yatmış bir adamı doğururum
sessizce iliştiğim çekyatta-

ekin zamanı da değil ya
savrulur gözümden boş başaklar
bahar gelir, doruklarda kar da erir

dünyayı yüreğimde taşımanın ağırlığı kalır
bir başına
başıma.



Çağdaş Ünbal

3 Şubat 2014 Pazartesi

Kululamba Şempanzesinin Günlüğü!


bugün
kululamba şempanzesi kafesinde çok sıkıldı

mesai saati biter bitmez kafesi araladı
ayakları karıncalanmıştı
hasretle sigarasını yaktı
altıyüzelliyedi YA
yasal sınırlar çerçevesinde dört sigara
ki -yetmiyordu-
uğultuları susturmasına

kafesinden uzaklaşınca
üzerindeki kostümü sıyırdı
koltuk altında derisiyle
biraz oksijen biraz nikotin
daha fazla -şiir-
eve yollandı

ayaklarını uzattı koltuğa
biraz votka biraz blues dilerken
daha çok acun
daha çok hormon tedavisi
doğal bir maymun olmak uğruna HEPSİ

canı piposunu uzandı
elleri kumandada
tavanda kabuklu yemişler
uyuyakaldı
kululamba şempanzesi
-sabah traş olmasına gerek yoktu-

sıkışıp kaldığı şu hayattan
onu kurtaracak olan
kalibresi önemli olmayan bir -silah-TI
ateş çemberinden geçen aslanları
yerden metrelerde yüksek incecik bir ip üzerinde yürüyen ayıları
su dolu fanuslara konulmuş orangutanları gördü rüyasında
yatağı buz kesti
demek ki kalibre önemliydi

sabah uyandığında
sirke iş başvurusu yapmaya karar verdi;
üç dil bilen
silah kullanma tecrübeli
mor bir zebra olarak.



Çağdaş Ünbal

30 Ocak 2014 Perşembe

13 Ocak 2014 Pazartesi

Mezarıma Güller Ekeceğim



üçe dört adım sanıyordu ebadını dünyanın
ve perdeleri kapalı
sigarasını düşürmeden ağzından
uzun uzun şiir okuyan bir adamdı mevcudu

kaldırıp başını baksa tavana
yıldız kelimesi havada kalırdı olmayışıyla
uzun uzun şiir okuyan adamın dünyasında

volta halıyla sınırlıyken
göl gökyüzünün rengini alsa doyasıya,
türlü kuşlar uçuşsa üzerinde
ve minik bedenleri gökyüzüne boyansa
üstelik bunlar zarifoğlu'nun çocuk masallarından bir sayfa gibi olsa
9mm'lik bir mermi edasıyla saplanır mıydı yaşama sevinci
üçe dört adımlık dünyasında
uzun uzun şiir okuyan adamın yürek denilen uzvuna

ölüsünü kırkında kendisi buldu 
uzun bir şiirdi, uzanmış yatıyordu
kendi omzunda taşıdı ağırlığını
ve elleriyle serpiştirdi toprağı 
üçe dört adımlık mezarına kendisinin



Çağdaş Ünbal

12 Ocak 2014 Pazar

Gün Deviren

                                               

elif'e


şiirle besleniyorum
ki elifi elifine rutubetli

başını yaslasan
çürüyen yerlerine aynaların
ben bütün ikindiler susar, uyurum
kendime seni anlatmaktan bıktığım günler var

sigarayı unutup yaktığım hayallerinden özür de dilerim
ve sulamayı unuttuğum çiçeklerden
ilmik ilmik kanayan kaldırımlar görüyor gözlerim
ne olursun bir ucundan tut düştüğüm yerlerin

anestezinin etkisini göstermesini beklerken
yokluğunla sarsıldı ameliyathaneler
-artçıları koy gömlek cebime-
yokluğun bizatihi kafi
elimi yaramdan alamadığım günler var

dudağımın kenarında ismini
evet, ismini
tespih etmişim
yeter dileme sürdüğün ayrılık
karanlığında kendimi gömdüğüm günler var.



Çağdaş Ünbal


http://www.youtube.com/watch?v=jusHzZL0L_w

7 Ocak 2014 Salı

Teknik Olmayan Sırlar Kuşağı Bir


sigarayı azaltın
yalnızken ikinci yeniye bulaşmayın
gözlerini yumarak türkü söyleyenleri dinlemeyin
otomatik ödemelerinizi iptal edin
fesleğeni sadece sabahları sulayın
akşam üstleri uyumayın
yürürken ıslık çalmayı kesin
kahvaltıya özen gösterin
yol sorana tarifi daha ayrıntılı verin
fanzinleri biriktirmeyin
radyonun sesini sakın yükseltmeyin
mümkünse telefonu ayağı sallanan masanın altına koyun
apartmanın merdivenlerini saymayın
yağmurun bilimsel yanlarını araştırın
mandalinayı ayrıntılı temizlemeyin
sabahları Berkin'e günaydın deyin
küllüğü belirli aralıklarla yıkayın
çay suyunu musluktan koymayın
ekmeği cezaevinin fırınından alın
kişisel gelişim kitapları okumayın
çöpçülere kolay gelsin derken gözünüzü kaçırmayın
dijital fotoğraf makinenizi sokun! kılıfına
pazarda üç liralık olsun mu diyen esnafı kırmayın
kabak tatlısından nefret etmeyin
Neşet'i anladığınız kadar Leyla'ya hak verin
netten kitap almayın
su faturasının son ödeme tarihini muhakkak geçirin
evinizde tütün kolonyası bulundurun
sokak köpeklerinden korkmayın
mevsimlere fazla yüklenmeyin
tespihe hor bakmayın
küfür bazen gereklidir, sakınmayın
rüya tabirleri kitabını nihale olarak kullanın
muhabbet kuşu sektörüne destek vermeyin
amatör küme maçlarını izleyin
duşta ağlamayın
sigarayı azaltma fikrini tekrar gözden geçirin
"yalnızlık Allah'a mahsus" söylevini sorgulayın.



Çağdaş Ünbal

2 Ocak 2014 Perşembe

Sen Bendir Çalmazken Benim Duyduğumdur.


sen gülerken
gözlerimizin temas etme ihtimaline karşı
-bir avuç zencefil eşeledim fesleğene-

avuçlarımda su verdim kırlangıçlara 
tuttum 
uzak sahil kasabalarını düşledim -adettir-
kar altında harlanan yüreğime
ekmek ufaladım 
bakma öyle -berekettir-

leyla kim diye sordum sonra
soluksuz cevapladı yarım kalmış elma
çok diş izi çıkardım yaralarından -sen sorma-

voltada kırdım bacağını umudun
payıma düşeni almadım ya gülüşünden
bırak yürümeyi
kalkmasın istedim bir daha ayağa 
yoksa ne volta bitiyor
ne sen bana gülüyorsun
bu öyle bir döngü ki
hangi çiçeğe uzansam
adın yankılanıyor kulaklarımda
gözlerime otağ kuruyor 
tahliye olmanın sevinci 

söylesene leyla
kim bu hikayede bülbülün katili?



Çağdaş Ünbal