29 Temmuz 2013 Pazartesi

Rüyalama -Kırk Sekiz-


bir beyaz kağıttan baktım en çok
kendi tabirimle yazılmış yarama
uyudum, uyandım
oradaydı hala

gelinlik bir kız nasıl işlerse bekleyenini
o güzelim yalım boncuklarla
öyle süslemişim kağıdı
enine
boyuna

muhakkak rengi solar saksıların
rüzgarlar ulaşır o diyarlara
çayı soğur ölenin
fırıncı geç açar dükkanı
yorgundur
ben de yorgunum

uyurum
uyanırım
güneş çatımı yalar
kumru yuvalar balkona
üşür ağustos
gelinlik kız kına yakar eline
çay doldurmayı keserler artık ölen adama
ince bel kırılır.

ne çok sıkıldık o bahar
inceltici bulaştırdık boyaya
tespihler karardı kederden
üç tanesi on liraya kitapları hiç bitiremedik
radyolar
ekseriyetle radyolar
inan ki yavandılar

sonra gitmek istedik
o ege kasabasına
cebimizde işporta malı gözlükler
dilimizde o bildik türkü
yola revan olamadık
kana olduğumuz kadar
hep ölenlerle gömüldük
ellerimizde çay sıcaklığı

bir ikimizdik
yoktu başkamız
ölenleri serptik aramıza
mezarlıklar boyu sevdim seni
işportası yoktu zira

şimdi rüzgar eser balkonunda
fesleğenler şen ola
bense burada kağıtlara işlemekteyim
ayrılığın en koyu tonlarını
ve özlemekteyim
sesinin titreyişini hala

mutfak ile salon arası
dış kapı güzergahlı
ve o küçük delikten bakıyorum mütemadiyen
ne gelen var
ne giden
adına yalnızlık deniliyor
dokuz harfe sığdırılıyor

kuşlar için
göç yolunu bulmak doğuştan bir özellikmiş,
insanoğlu sonradan öğreniyor

ellerine düşen yağmur damlalarını sıcak tut
bu kış ayaza gebe.

ah bahar
nasılda durmakta toprak altında
sabretmekte tohum

kırlangıç göçü düşünmekte
ben seni
ikisi de sıcak

aklım fena karışık
yoksa kelimeler oldukça çapraz
bütün bu söylediklerim
sıcaklığına yönelen bir kırlangıç

ve yalnızlık kelimesi
sadece dokuz harften oluşmaz.


Çağdaş Ünbal



27 Temmuz 2013 Cumartesi

22 Kalibrelik Bir Aşk Şiiri



gökyüzüne gözlerinden bakmanın ustasıyım
haberin yok

gecelerde karanlığı yarar ıslığım
bana mısın demez kapılır yellere
seni düşünürüm
çayın altına su çekerken

bir ben bilirim ellerinin coğrafyasını ezbere
yaylasında söylediğim türkü 
durur parmak uçlarında
şaraba elma dilimlerim acımasın dilin
kısarım sokağın sesini sen konuş
kelimelerin 
en çok bende karşılık bulur

devrik cümlelerini en güzel ben kaldırırım
haberin yok

aktar ne bilsin ağrıyı
jokey bilmez atın ciğerini 
coğrafya hocaları bilmez 
hozat'ta kışın nasıl geçtiğini

oysa ben bilirim
gözlerindeki hozat ayazını
o ayazda koşarım sana
ciğeri çatlamış bir at gibi hissederim kendimi, soluksuz
aktar ne bilsin bu ağrıyı

senin ağrını en iyi ben bilirim
muhtemelen kronikleşir 
o atları vururlar
hoca emekli olur
kan çekilir
ve evet kan çekilir

yazmaz tarih kitapları
rafları süslemez devrik cümlelerin esir aldığı şiirler
ben dahil kimse bilmez
meleklerin sana soracakları soruları

ben bir söğüt ağacının altında
bir ikindi vakti
seni düşünürüm
en çok gözlerinde üşürken
ve hozat ayazına hiç denk gelmemişken. 


Çağdaş Ünbal

25 Temmuz 2013 Perşembe

Bank Üzerine Yazılmış Ayrılık Konçertosu


sevgilim ben bu yokuşu çıkarım
dizlerime kurşun sıkmak -dilimin haddine-
tasın tarağın burada kalsın
yetiş
gitmesi muhtemel trene

güneşli bir günü
ölüm fikriyle karartmak -fikrimin haddine-
sen bir ikindi seç kendine
gökyüzünün griye çaldığı eflatun günlerde

-muhayyer kürdi bir birlikteliğin
muhakkak hicaz olacaktı ayrılığı-

ince bir akşamüstü güneşi
unutturur sigaranın neden içildiğini
tarifi vardır kederin
sen kendine parlak ciltli bir aşk romanı al
gar önü işportacısından
buralarda bahar gecikecek
kavuşmalar sonralara kalacak
-banklara yazdığımız romanlar
elbette cılız bir bebeye gebe-

ve uçaklar bölerken gökyüzünü
ak ile kara gibi ayrılır kader
cebimizde emzirilmeyi bekleyen kederi
kara kaplı deftere işleriz

kapatılır kitaplar
çaylar soğumaya bırakılır
ki bu
en hüzünlü halidir
ayaküstü bir ayrılığın

bir elimizde jilet
bir elimizde şiir
la ilahe illallah
bir şair kılıf değiştirir
- ki bunu
bank üzeri şiirlerde
ayrılığın yan etkisi maddesinde bulmak mümkündür.-


Çağdaş Ünbal




23 Temmuz 2013 Salı

Uzaktan Tanışırdık.


bir çirkin adamdı
geçerdi sokaktan ıslık çalarak
yağmurlu havalarda paltosunun yakasını kaldırmazdı
cesur adımlar atardı
yürürken keşfederdi sanki ayağın altında kalanları
yola kaçan topa öyle vururdu ki
ulan babanda mı topçuydu bee
sigarasından bir duman çektimi
benim ciğerim yanardı, belli etmezdim
çok düşünmüşlüğüm vardır
nereden gelir, nereye gider bu çirkin adam
çirkinliğini saklamak için mi kırmızı bir atkı taşır boynunda
ağaçlarla konuşması da mı çirkinliğinden

bir sabah bir baktım bizim çocuklar toplanmışlar fısır fısır
gece vurmuşlar o çirkin adamı sokak başında
dalda çiçek yoktu
üstelik zemheri kış
ortalık hanımeli kokuyor
orada söylediler;
gömleğinin cebinden şiir çıkmış
aynasızlar almadan almış bizimkiler
anlamadığımız kelime yığınını halen saklarız;
dayan kitap ile
dayan iş ile
tırnak ile, düş ile..

ve o gün bu gündür belimde bir mızıka taşırım.


Çağdaş Ünbal

19 Temmuz 2013 Cuma

Meçhul Ağrılar


ak ellerde
yemeği getiren uçaklar
annelerin ölümüyle düştüler
yemezsen büyüyemezsin diyenler
oldukları yaşa sabitlendiler
enkazında buldular incecik bedenimizi
şükretme duygusu asılı kaldı salonun bir yerinde
koştum
koştum ciğerlerimi hissetmeyinceye
yıkılıncaya kadar duvarları zihnimin
vurdum
vurdum kelimeyi bir o yana bir bu yana
acının kaynağı kuruyuncaya

hasretin levhası gözümüzün önünde her daim
hangi sapaktan dönsek
hangi sokağı atlasak
varıp varacağımız
ince sarılmış
dumanı genzimizi yakan bir hasret
sizin oralarda buna amanı bol türkü derler
hah işte
bunu olur olmaz bir yerde deme
morglar ısınır, toprak kabarır
bahar gecikir
ücrasında anadolumun

kim bulmuş yitik öyküyü
kimin dilinin altında
heybemizde olsa da sersek şu bozkıra
gidenler gelecekmişcesine hazırlansak
ısıtsak dilimizi
soğumaya meyletmiş kelimelerimizi
hasretini bitirsek kamburumuzun
sonra
çocuklar sarılsalar annelerine
kopyasını çıkarsalar çaktırmadan
saklasalar sakallarının arasında
olur ya yıldırım
ansızın inebililir
bozkırın ortasında
bir başına duran alıç ağacının tepesine

boğazımıza takılan her neyse
geçirmiyor hiçbir akışkan
ve evet
gündüzler gereğinden fazla uzun
ve evet tuzlu
bütün kederlerin toplamının ismi anne
-eksiklik hep özümüzde-


Çağdaş Ünbal





15 Temmuz 2013 Pazartesi

Yalnızlığın Badanasız Söylenişi

ne gariptir sevgilim
şu bulutun ansızın gölgelemesi balkonu
kedere meal
damlaması inceden
kuşların saçak altlarında bakışı

ne gariptir sevgilim
yalnızlığın panik havası
duvarların hep mi griye çalması
sonra o kuşlar
saçak altlarında mutlular sanki

buralarda keder diz boyu
yine de boğulmaya yetenekliyiz
soluk alıp verişimiz dengesiz
hep yalnız içilen sigaradan
kadehin bireyselliğinden
yalnızlıktan öte
kuşların mutluluğundan
yalnızlığa gömülen
kılıfını hazırlar bir nevi
kuşların konuyla alakası
yağmurun konumuzla alakasıyla teğet
yine de değiyor bir ucundan
yalnızlık dediğin
salonda kanepeyle televizyon arası kumanda mesafesi
ben bunu böyle yazıyorum sevgilim ama
sen sesli okuma olmayacak bir yerde
kaldıramayabilir kelimenin yükünü
incecik bedenleriyle serçeler

ne güzeldir sevgilim
hayalinin dolaştığı bir evde yalnız kalmak
camları açıp çıkmak evden
bir serçenin yuvaladığını hayal etmek
evin olmadık yerine
bu yüzden yalnızlığına koşan bir adam var sokakta
ben eve geçeyim cümleciği
buralarda umudun badanasız söylenişi

işte böyle düşünceler yüzünden perdeler sararıyor
küllük desen akciğer naklinde sırada
bulutlar bir başka yalnızın peşinde
kuşlar sıkılmışlar saçak altında
ben bir tekele uğrayıp geleyim
serçenin yuvalama ihtimali aklımda
kelimeye çarpan serçeyi dirilt
döndüğümde duvarları boyayalım.


Çağdaş Ünbal

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Enfeksiyon Kapmış Raylar


ve adım geçti
bir dostun bir dosta kelamında
dişlerimi sıktım
kapadım ışıkları

ulan bu garlar, uzayan raylar
dehşet bir ıslık gibi kulağımda
oysa mızıka taşırım belimde
iki dudak arasında en felaket duygularım
ve yumruğumu sıkmama sebep
bir vietnam malı tansiyon aleti
her şeyi ve herkesi doldurdum da heybeme
sana mı yer yok ey keder
açık kalp ameliyatı yapmak elbette şair bozuntusunun haddine
gar dediğin dudakta uçuk
kabaran
sancıyan
ve elbette anadoluda
sıcak basmak gerek yaraya

şimdi hangi gardan bir tren kalıyorsa
açık kalmış bir kalpten içeriye
ve rakı buza mecbursa
ben kalkayım ağabey yolum uzun
sığdırmam gerek üç tel arasına

ve kim kanıyorsa usuldan
zifiri bir karanlığın içinde
enfeksiyon kapmış raylardan yürümeli
uçuk, ıslığa hicaz katar
bunu da böyle bilmeli.


Çağdaş Ünbal


8 Temmuz 2013 Pazartesi

Karanfil İle Ölüm Arası Mezarlık

katlanır olsaydı bir takım acılar
ve cepleri gömleklerin
olmasaydı o hayati organın üstünde
bir karanfil gibi durabilirdi
katlanılan
yahut dürülen acıları insanoğlunun

uzanıp kağıda
bir şeyler karalayabilirdi insanoğlu
anlamaya-bilirdi
konuşma isteği olmasa bir başkasıyla
kelimelerin eksik anlamlar taşıdığını

kaldırıp başını balkonu gözleyince
kuşlar anladılar,
mevsimin göçe beş kaldığını
insanoğlu bu
bilmeli
vakti gelince
yer çekimini bizzat denemeyi

karanfile kan bulaşsa ne olur
kırlangıç göç yoluna düşmüşse, yuvayı unutmaz
insanoğlu bu
soğuk betonda cansız uzansa da
rengini belli etmeyi bilir
-genellikle koyudur-

gömlek cebinden sarkarsa acıları
                           malum insanoğlunun
sığdırmak için kazılır mezarlar
bana mısın demez oysa
baharın durur isyana
yer çekimine inat, gökyüzüne sevdayla

gerisi malumdur
bozukluklara temizler çocuklar mezarları
kafa yapıcı ne varsa
-elbette çiçekler dışında-
bozukluklar gider oralara

mezarlıklar diyorum
bir şeyler anlatmak ister gibiler.


Çağdaş Ünbal

4 Temmuz 2013 Perşembe

Suskunun Duvara Yansıması


o kadar yoğun ki susmalarımız
kuşlar griye çalıyor
akşam üstleri zehri zemberek
titrek bir mızıka kulağımızı ıskalıyor
ağzımızın içinde ağır bir rutubet

iklim değişikliğine yoruluyor
cami önlerinde ezan vaktinden önce
haziranı ıslatan bulut parçacıkları
-rüzgarlardan bahsetmiyorum bile-

ellerimi ısıtsın diye çıkardığım hırıltı
anlam kazanıyor coğrafi eksenlerde
oysa biz seninle susmadayız
akşam üzeri
kuşların yoğun olduğu
bir şehrin cumhuriyet meydanında.


Çağdaş Ünbal










1 Temmuz 2013 Pazartesi

Yalnızlık Senfonisi 938

yalnızlığımdır
gün boyu üstümde taşıdığım giyitler
sonrasında yürüdüğümdür asfalt boyunca
ve düşünerek
toprak yola hasret çocukları

siz de bilirsiniz;
yalnızlığın kokusu
bahar kokularını alt edebilir
solumak,
ince bir umut meselesidir.

şekere uzanmaz yalnızsa insan
malumudur çünkü
yapay tatlandırıcıların
yalnızlık üzerinde bıraktığı renk körlüğü.

türküler kadar eski değildir sazın teli
fakat yinelenmektedir
leyla üzerine söylenen halk türküleri
-hem neşeti yaktı hem bizi bu başka konu-

yalnızlığımdır
kan ter içinde izahına giriştiğim
ve iliştirdiğim dilimin ucuna
oysa bu telaş içinde
solumak,
bir değer kaybıdır.


Çağdaş Ünbal