30 Eylül 2013 Pazartesi
27 Eylül 2013 Cuma
İntihara Meyilli Şiir Beş
irtifa kaybeden
kırlangıçlardan sor beni
kan hıraş gecelerden
ve mevsim döngülerinden
elbette bağımsız
ölen sokak köpeğinin gözünde
tanrıyı görmüştüm
vakit gece ar-sızıydı
kayboldu hükmü insaniyetin
var olandan sor beni
sigarayı ulamıştım sigaraya
rezil rüsvaydı günler, hatırla
solan tüm fesleğenler adına
sağ kalan kokulardan sor beni
ormanı bir kuşun gözünden gör
ne kadar da kalabalık
muhabbetle ilet;
allahım bu organizasyon
utandırıyor acizi
al elinden mevsimlerini
sonra uzak bir şehrin gar saatini düşünmüştük
akrep ile yelkovan arası örümcek ağlarına dokunmadan
-bu sebepten miydi
bir babanın mutluluğa yetişememesi-
makinistin saati ölüme kaç kalmıştı acaba
bütün cevaplar geç kalmıştı
acele et biraz
tavşan dağla barışmış mıdır
dağın halen haberi yok mudur bu küslükten
ölen atlar dirilmeyecek midir sonraki baharda
-giden dönmemeye meyilli- deme
kırılır kaval kemiği çobanın
şair sustuğuyla kalır
daha ne desindir
gömülmeyi hak edecek kadar
soğuk, sessiz
ve
ölüdür.
Çağdaş Ünbal
22 Eylül 2013 Pazar
Altıpastan Çerçeveyi Bulamamış Şairden Kelepir Şiir
sonbahar..
sıkı sıkı sarılmıştık
rüzgarla gittiler, ürperdik
ki böyle durumlarda insan
ya anıları alıyor omuzlarına
ya umutsuz şairin dizelerini kucağına
-ısıtmayacağını bile bile-
sonbaharda düşen ilk yaprak
tüm kış sancıtıyor dalı
oturup bir sigara yakamadığından
döküyor tüm yapraklarını
sonra tüm içkiler biraz hafif
anılar oldukça diri
ve şiir
umutsuz
bahar..
çatladığında tomurcuk
yani bedeninde açıldığında türlü renkte yara
aslında
sonbahara varmak için çıkılıyor yola
kış..
yaprak dökümü
ağaçların intihar teşebbüsü olsa gerek.
Çağdaş Ünbal
18 Eylül 2013 Çarşamba
Gökyüzü Gözlerinde Esir
sokaklar boyu
rastlaşamadığım
ses tellerinde titreşen ismim
kulağımın çok ötesinde
sevmeleri noksanım, kadınım
gözlerinde gökyüzü ağarır
mevsimlerden kışa benzersin
sokağım zemheri ayazı
yanan sigaramın külü uzak
ateşi dudağımda
dumanla dolu ciğerim
senin ellerinde bir orman doğurur
ağzımda yokluğun çürür
yüreğim boşalır inceden
sevmeleri hasretim
yıldızların seyrindesin
ki yolunu kaybetmiş yıldızlar
yönünü seninle bulur
sokaklar boyu
rastlaşamadığım
bileği kırılmış bir rüzgar gibiyim
durma
kuytularını göster.
Çağdaş Ünbal
14 Eylül 2013 Cumartesi
Kalanın Ayaları Kanar.
biliyorum
bu şehre bir istasyon gerek
ve kar yağmayan gurbet
en kepaze biçimidir hayatın
rayları ben örerim, gitme
af dileyip hemen dönerim
ses hızını aşmakta şiir
gitme diyorsam
kar yağacağına inancımdan, gitme
Neşet öldü öleli
detone oluyor tüm imamlar
ve ezan
susan şaire selayı hatırlatıyor
biliyorsun bunun meali açık
gitme diyorsam
bu ölüme beş kaldığından
istasyona kar yağar
tren rötar yapar
ve gidince sen
çatlamış bir at gibi kokar sonbahar
artık intihar eden
tüm annelerin sorumlusu sensin
ben dururum gün boyunca
tek bacağı kırık bir sandalye üzerinde
sıratla benzerliği dengede
oysa bir anne
ki cennetin daimi temsilcisi olduğu halde
nasıl yürür sırat denen köprü üzerinde
gitme diyorsam
annesinin cennette beklediğine inanan çocukların
gözlerine
duman
çökeceğinden.
Çağdaş Ünbal
10 Eylül 2013 Salı
Bulut Olanlara.
ve söylemedik birbirimize
öldüğünü Ahmet'in
insanlığın batmakta olduğu çamur
üstü tozlanmış bir ahite kazınmıştı
öğle paydosları
çay saatleri
mütemadiyen kuluçkada kumru
sustuk
söyleyemedik öldüğünü Ahmet'in
bahsi açılmadı kararan yüreklerimizin
daksil ile sildiler mavi kimliklerin üzerini
değişmedi sömürünün olağan akışı
isimlerin üzeri beyazdı
gökyüzünde bulut nasıl durursa, öyle
sustuk
bahsini açmaya korktuk
ölenlerin
yirmili yaşlarda olduğunu.
Çağdaş Ünbal
9 Eylül 2013 Pazartesi
Sessiz Cinayetler Bir: Hakan'ın Rüyası
Eve girdi, poşeti çekyatın üzerine bıraktı. Üzerini değiştirip bir sigara ateşledi. Televizyonu açmaya mı üşendiğinden mi aradığını bulamadığından mı bilinmez ama hiç uzanmadı kumandaya. Sigaranın küllüğe olan aşkı sonlandığında Hakan'ın uyuklaması uykuya dönüştü.
Uyandığında saat sekizdi. Mutfak mesaisini hızla bitirdi. Ne vardı ki ekmek arasına domates peynir koymanın. Televizyonu açmadan yedi ekmeğini. Çay suyunun kaynadığını hissetti. Bu öyle bir histi ki Hakan'ı defalarca yerinden kaldırırdı. Mutfağa giderken apartman boşluğundan gelen ses ile irkildi. Bu sesi nerde olsa tanırdı. Bu ses kemerin insan bedeninde çıkardığı sesten başkası değildi. Hakan bedenine yaklaşan bu pratik buluşun çıkardığı sesi çok iyi bilirdi. Bağırmayı engellemek için sustuğunda kulakları senin bütünüyle dolar, dünya kirlenirdi. Çayı unuttu. Bir süre daha dinledi sesleri. Aynadaki yansımasını görünce irkildi. Bir tavşanın kurşun değince minik bedenine nasıl dağılırsa öyle.
Mutfağa yöneldi. Çay olacakları bilir gibi fokurdarken bıçağı kapıp apartman merdivenlerine attı kendini. Sesin geldiği kapının önünde bir süre bekledi. İçerisi karnaval yerinde bomba ihbarı yapılmış gibiydi. Çocukların sesleri kurtarılmayı bekleyen kimsesiz çocuklardan başkası ile tasvir edilemezdi.
Hakan zile uzandı.
Kapının açılması ile gözün görme aralığında maktulün bedeninde dört bıçak yarası oluştu. Hızla yukarı çıkıp, kapıyı sessizce kapadı. Çayını içip uykuya daldığında apartman polis kaynıyordu. Merdiven sayısını bilse belki oranlayabilirdi. Rüyasında merdivenleri sayarken maktulün kapısında durduğunu gördü. Nede olsa bu ilk cinayetiydi. Yastığın soğuk yüzünü çevirdi Hakan. Karanlık olmayan bir geceydi.
Uyandığında hava daha aydınlanmamıştı. Sigarasını yakarken gördüğü rüyanın iğrençliğini düşündü. İğrenç olan maktulün kendisi mi yoksa yaptıkları mı, bunu tuvalette düşünmeyi tercih etti.
Evden çıkarken rutin kontrollerini yaptı. Tüp kapalıydı, pencereler örtük, telefonu cebinde, sigarası da. Ve evet her şey yolundaydı. Merdivenleri inerken kalabalık bir meydanda buğday tanesine ilerleyen güvercin tedirginliği yaşıyordu. Yaşıyordu ki üçüncü kata geldiğinde kapı açıldı. Maktul ütüsüz pantolonunun paçalarını düzelterek merdivenleri inmeye başladı. Hakan bakakaldı. Bakakalış merdivenden inişini durdurmamıştı. Maktul merdivenlerden inerken poşetin acizliğiyle yeri kirletmiş çöp suyunu görünce hırıltıyla 'hayvanlar' dedi. Hakan bu sözcüğü çok yakınında hissetti. Maktulün sırtına öyle bir tekme attı ki karşı duvarda maktulün kanıyla çizilmiş portresini görebilirdiniz. Hayvanlar, hayvanlar, hayvan. Uyandı.
Kapı gürültüyle vuruluyordu. Gelen polisti. Demek ki cinayet sesliydi. Yatakta doğruldu Hakan. Sigara yaktı. Polisin gitmeye niyeti yoktu. Hakan'ın da teslim olmaya.
Hangisinin rüya hangisinin gerçek olduğu Hakan'ın hangisini daha çok istediğiyle alakalı değildi.
Çağdaş Ünbal
8 Eylül 2013 Pazar
Lili'nin Bıraktığı Yerden
'rüzgarın getirdiği sesin tercümesi'
hallaç eder, savururdu
o zamanlar öyleydi
ince hastalığa sürüklerdi adamı, sevdalar.
biz ölümleri takvimize ettik
en beğendiğimiz vakit akşamüstüydü
sevdalar
kavaklar boyu polen
herkeste bir alerjik akut.
orospular süpürüyor kaldırımları
saat sabahın dördü
Burçak'ın uykuları kaçmış
yayın evleri kapalı
bunları ben rüyamda görüyorum
görmek fiiline şaşarak.
-kokulu mum almak
platonik sevdalardan-
lili öldü
sevdiği adam kendini öldürdü
şiiri astılar sokak lambasına
ve deklare ettiler orospuları
kirlendi sokaklar
azdı alerjisi insanlığın
artık turna katarlarını cebinde taşıyor Mecnun
çöl sit alanı
balkonda kuluçkada kumru
vakit akşamüstünden hemen sonra
öldü lili
mecnun sahafta bir kitap arasında
üstelik alerjisi var toza
günde bir doz aerıus
ve aslında uyurken biz
gömüyoruz geride kalan günü
sabaha yırtılıyor kutsal bakireliğimiz
ağlamak temizlemiyor malesef yaşanacak günü
kırmızı kuşaklı sevdalar
yıldızların kırdığı kervanlar artık yoklar
bizler çanak tuttuk kaçakçılığına sevdalaşmaların
mecnunu gömdük yanan sahafta
lili kendini öldürdü
üstelik geçmişken seksenbeşini
orospular hamamı kapatıp
felekten tövbeler çalmaktaydılar
şiiri örttüm kumrunun üstüne
elimde kalan sevdayı koyarken altına
artık başının çaresine bakmalı
mum satıcıları
ve tüm alerji hastaları
şakaklarına şiir mi dayarlar
kavakları mı keserler, bilemem
hiçbir şey eskisi gibi değil artık
yumurtalar boş çıkınca
kumru nasıl deşiyorsa böğrünü
uyumadan evvel kapatın tabutunuzu
çünkü sabah olduğunda
gözleriniz kusabilir
kasıklarınız bulanabilir
kaldırımlar boyu sevda cesetlerinden
üstelik sevdaya inanmışken.
Çağdaş Ünbal
5 Eylül 2013 Perşembe
Güzelleme Kırk Altı
az evvel "haydi oğlum" diye bağıran baba
oğlunu dövecek
eve gidince.
iki paket sigara aldım
paketi iki buçuk liradan
demledim çayı inceden
baktım karıncalar
sarmış dört yanından şekeri
iyi dedim
bir başıma değilim
gelmeden saat on'a
bitince paketin biri
attım şekerliği balkondan
iyi dedim
oldukça yalnızım
uyuşunca beynim belki uyurum
öfkesi diner belki babanın
sızlamakta iken oğlanın kemer değen yerleri
uyuyamaz
koyun sayma yaşı geçmiştir
ve artık at vuruyordur uykusunda
kan revandır rüyaları
sabaha kör kalkar karıncalar
ve evsiz
bir başıma yürürüm işe
ikinci paketin son dalı elimde
bir de aklıma geldikçe
söverim Zirvebey'e
dünya diyoruz işte
at koşar
benim ciğerim çatlar
görmez kulaklarınız.
Çağdaş Ünbal
2 Eylül 2013 Pazartesi
Ene'l Aşk
tanıdığım bütün tanrılardan güzelsin
ve bir avuç papatya köküsün
-elbette tanrıların el ölçüsüyle-
rüzgarın gözüsün
ateşsin ateş
şuramda
kokusu burnumda bir kırlangıç mısın
belki
gözümün değdiği her yerde
gökyüzünü maviye sen boyamaktasın
güzel etmekten başka bilmiyorsun dünyayı
tanıdığım bütün tanrılardan güzelsin
ve ben
bir eve kapatıp kendimi
kutsal kitabını yazmaktayım
Mansur derisinden geçmiş
ben gerisinden.
Çağdaş Ünbal
1 Eylül 2013 Pazar
Cevapsız Mektuplar Üzerine..
rüzgar derdim tenhalardan
çaldım, arsız kulaklardan sesi
seni sevdiğimle kaldım
bir diğerinin gurbet bildiğinde
sonra o tren durduğunda
adını bilmediğim bir istasyonda
yakılması en muhtemel
kül olması yakın
bir sigara olmak isterdim dudaklarında
biliyorum
bu ter
bu kan revan akşamlar
yalnızca
cevapsız mektuplarda yazar
bilmelisin
cevapsız mektuplara sevdayı nakşetmek
dergahtan kovulan dervişin
bar fedaisi olarak ölmesine benzer
yine de
seni sevmekle kavrarım
dünya denen illetin
cevapsız mektuplardan oluştuğunu
bundandır ki
bütün aynalar soğuktur
çünkü
bütün aynalar
sıcaklığını kaybetmiş bir derviş cesedine bakmaktadır
çünkü derviş
ben misal
Allahına cevapsız mektuplar yazmıştır.
Çağdaş Ünbal
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)