"Yağmur yağdığında pencerelerde
arap kızını arayanların hikayesi."
toplu sünnet şöleni sonrası burukluğu
anlaşılamayan sesler eşliğinde geleneksel törenler
acıyla adını bağırdığım insanlar öldüler.
bedreddin'i dara çektiren mülk
otobüs durağına asılan tarifenin pazarı göstermemesi
babamın piknik için tek gününün pazar olması.
dil altında kalan şeyler
bilinç altında kalanlar kadar acıtmazlar
göğsünün orta yerine fişten yeni çekilmiş bir ütü bastığını düşün.
okul ile ev arasını vesaitsiz geçirmek demek
iki çay parası
fincanda çay içme ihtimali aşk denilen kapıdaki paspas.
orta okulda sigarayla tanışmışsan
ya evinin sütunlarından biri çökmüştür yada aşık olmuşsundur
ne garip aşk ile ölümün sigarada kesişmesi henüz lisede bile değilken.
sonra ben edebi kelimeler işlerim bilhassa devlet malına
tek okuyanım o sırada oturan öğlenciler olur
bu küçük kitle bir sonuca varamaz kendi adına.
ve yağmur.
yağmur sularını biriktirmek batıldan ziyade yoksulluk
terazisi bozulmuş bir bakkaldan alınan pirinç ile eşdeğer tanrı mekanizması
elbette öteki dünya nimetlerini konuşmak için erken.
arap kızı dediğin ayşe teyzenin büyük kızı
evde kalmışlık yaşla olduğu kadar pencere önüyle de doğru orantılı
bu durumdan karlı çıkan elbette çatıya boş bir kova koyan.
yaşımız pencereleri dikizlemek için oldukça fazla
o edebi kelimeler ne çok öğrenciyi mezun etti
yağmur daha yağar, belki bir kez daha aşık olunabilir
ve belki görebiliriz tanrının adaletini
oysa bilinçaltında yatan ölülerin isimleri dil altında
ve elbette ağır
yağmurda çatıya koyduğun kovanın boş kaldığını düşün, işte öyle.
Çağdaş Ünbal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder